OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Devlet kutsal bir varlık değildir

“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde” yaşadığımı ilk öğrendiğimde 12 Mart muhtırası ile Demirel hükümeti istifa etmiş, yerine Nihat Erim hükümeti kurulmuştu.

Çok bir şey okumuş olmasam da biraz Fakir Baykurt’un, Mahmut Makal’ın köy romanlarının etkisi, çokça Kemal Tahir, Felsefenin Temel İlkeleri filan derken solcu olmuştum.

Zaten kovboy filmlerinde de Kızılderililerin kazanmasını istiyordum ama hep “çatal dilli soluk yüz” kazanıyordu.

Böyle böyle 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı gördüm, geçirdim.

İlk gençlik günlerimden bu yana az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik ve bir de bakıyorum yine aynı günlere gelmişiz: Bir kez daha milli birlik ve beraberliğe acayip ihtiyaç duyuyoruz, yüce devletimizin yanında ve arkasında durmalıyız.

Gerçi devletimizin neresinde durursak duralım sopa her zaman benim gibilerin kafasına iniyor.

Aslına bakarsanız aklım “karşısında dur, her hareketini gözle, sopa inerken de boks derslerinde öğrendiğin eskiv hareketlerini hatırla” diyor ama devlet bu, ne kadar çevik olursan ol kaçamıyorsun.

Geçen hafta sonu oynanan erteleme maçlarından ikisinde; Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarları hükümeti istifaya davet etti ve küçük bir kıyamet koptu. Takip etmişsinizdir.

“Spor sahalarında görmek istemedikleri” bu tepki nedeniyle Gençlik ve Spor Bakanı konuştu.

“Ülke ve millet olarak; tarihin en büyük felaketlerinden birini yaşadığımız bu dönemde, devletimiz ve milletimiz el ele vermiş, yaralarımızı sarmak konusunda sarsılmaz bir irade ortaya koymuştur. Sporu siyasete alet etmenin birlik ve beraberliğe ket vurmaktan başka bir neticesi de yoktur” dedi.

Burada anladım ki “ülke” ve “millet” olarak deprem felaketini ayrı ayrı yaşıyoruz.

“Millet” bununla da kalmıyor, “devlet” ile el ele verip, yaraları sarmaya da gayret ediyor!

Beşiktaş maçının hemen ardından Kayserispor, Konyaspor ve Alanyaspor yönetimleri de bir bildiri yayınladı.

“Devletimizin yanındayız” dediler.

Adana Demirspor Başkanı da sosyal medyada “bu vatan hepimizin” dedi ama mesajından anladığım kadarıyla bu vatanın hepimizin olması bazı kurallara bağlı ki onlardan biri de “birlik ve beraberlik içinde olmak”!

Tuhaf bir durum var yani.

“Birlik ve beraberlik” içinde olmamız gerekiyor ve bunun için de susup, olup bitenleri seyretmekle yetinmelisiniz.

“Birlik ve beraberliği” hükümet icraatlarından memnun olmayanların bakış açısına uygun bir yerde sağlamak da mümkün değil, öyle anlaşılıyor.

Madem birlik ve beraberlik gerekiyor niye burada değil de orada birlik ve beraberlik içinde olmamız şart koşuluyor?

Rahmetli anneannemin dediği gibi, karşılığında onları kendi evinde ağırlamadan hep aynı eve misafirliğe gitmek ayıptır, görgüsüzlüktür.

“Men dakka dukka” yani! Kapı çalanın, kapısı çalınır!

Ama cennet vatanımızda işler böyle yürümüyor.

Bir tek adres var ve o adreste birlik ve beraberlik içinde olmak şart. Başka adres önerenin hakkı kötektir!

Şimdi öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki stadyumlarda ya da başka yerlerde “hükümet istifa” diyenler, “devletimize” karşılar!

Bunu bizim zamanımızdaki eski Türkiye’de, aslında ilkokulda yurttaşlık bilgisi dersinde öğretirlerdi.

Devlet başka, hükümet başka diye!

Hükümete karşı olduğun zaman, vatandaşı olduğun devlete karşı çıkmış sayılmıyorsun çünkü “devlet” denilen şey, zaten tek tek biz bireylerden oluşan bir aygıt.

700 yıl önce Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye “ey oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın” derken de bunu anlatıyordu zaten.

Burada ukalalık yapıp Marxist devlet teorisine, Platon ve Aristotales’in devlet anlayışına filan girmeyeceğim.

Sonuç olarak ben sıradan bir gazeteciyim, bunlar hakkında fikrim olsa da bu büyük tartışmayı bu sayfanın sınırları içinde yürütemem.

Ama şunu söyleyeyim ki ülkemizi, bizlerin oylarıyla ilan edilmiş Anayasa’ya göre yönetsinler diye seçip iş başına getirdiğimiz ve bu işi yaparlarken de ele güne muhtaç olmasınlar diye vergilerimizden oluşan bir hazineyi teslim ettiğimiz yöneticilerimizin kafası biraz karışık.

Onlar kendilerine verdiğimiz yönetme yetkisini kullanırlarken bir yanılsamaya düşüyorlar ve kendilerini devlet zannediyorlar.

Hayır, baylar. Devlet biziz. Biz vatandaşlar, vergi mükellefleri!

Siz yöneticisiniz, yönetme becerinizi beğenmediğimiz gün sizi değiştiririz, tıpkı holdinglerin beceriksiz CEO’larını değiştiren yönetim kurulları gibiyiz.

Kendisiyle siyasi fikirlerimiz örtüşmese de Birleşik Krallık Başbakanı (Yani İngiltere, Devlet Bey) Margaret Teatcher, 14 Ekim 1983 günü Muhafazakâr Parti kongresinde yaptığı konuşmada, “devletin parası” denilen şeyin aslında vatandaşların parası olduğunu söylemişti.

“Devletin, vatandaşların kazandığı paradan başka bir para kaynağı yoktur” dedikten sonra şu tarihi cümleyi kurmuştu:

“Kamu parası diye bir şey yoktur. Sadece vergi mükelleflerinin parası vardır.”

Konuşmalarına bakıyorum, seçtiğimiz yöneticiler, sanki evlerinden getirdikleri paralardan söz eder gibi konuşuyorlar.

Hayır baylar, o para sizin değil.

Size miras kalmadı, çalışıp kazanmadınız, orta çağ imparatorluklarında olduğu gibi başka yerlerden çalıp, getirip burada da harcamıyorsunuz.

Onun için o paranın nasıl ve nereye harcandığını, doğru harcanıp harcanmadığını bilmemiz gerekir.

Bu görevi TBMM’ye verdik ama bu işe memur ettiğimiz vekillerimiz görevlerini gerektiği gibi yerine getirmiyorlar diye o para sizin şahsi paranız olmuyor.

Buna “bütçe hakkı” da diyoruz.

İngiltere’de, Windsor Şatosu yakınlarında, Thames kıyısında bir çayırlık alan olan Runnymede’de, bir ağacın gölgesine kurulmuş tentenin altında 1215 yılının sıcak bir haziran günü Kral tarafından imzalanarak ilan edilen Magna Carta’dan beri bu iş böyle.

“Yerli ve milli” sayılmaz ama “evrensel ve insani” olduğu içindir ki krallar bile keyfince vergi koyamaz, topladığı vergiyi canının istediği gibi harcayamaz.

Meselenin esası kaynakların kıt olmasından kaynaklanır.

İhtiyaçlar sınırsız, bunu karşılayacak kaynaklar sınırlıdır. Ve iyi yöneticiler, kıt kaynakları doğru kullanarak, ihtiyaçları zamanında karşılayabilenlerdir.

15 milyon vatandaşımızı etkileyen depremde gördük ki bu iş doğru yapılmamış.

3 – 5 milyar dolar harcayarak bu illeri depreme hazır hale getirmemişler, şimdi 60 -70 milyar dolar harcayacağız ki kentleri yeniden yapalım.

Çok değil yarım milyar dolar harcamış olsalar ve işin başına bu konuları bilen insanları getirmiş olsalar zamanında müdahale ile depremde yıkılan binaların altında kalan insanlar donarak ya da acılar içinde kan kaybederek ölmezlerdi.

Yarım milyar dolar çok para gibi görünüyor gözünüze değil mi?

Hayır arkadaşlar, bu ülkede biz vatandaşların ürettiği toplam değer içinde bu fıstık parası.

Unutmayalım ki batık müteahhitleri kurtarmak için tamamlanmamış Finans Merkezi inşaatını 2 milyar dolara satın aldık. Ödemeyi de peşin peşin biz vergi mükellefleri yaptık, kredi kartına altı taksit bile yapmadılar.

Yani bu işi “helallik” istemek çözmez.

Özeleştiri çözer.

Çıkıp dersiniz ki “ben bu işi böyle yapacağımı düşünmüştüm. Şimdi görüyorum ki yanılmışım. Doğrusu şöyle şöyle olmalıydı. Size söz, görev süremin sonuna kadar artık şu ilan ettiğim ilkelere uyarak çalışacağım.”

Bunu diyecek yüzünüz olmuyorsa da istifa edersiniz.

Çok basit yani.

Zaten tribünlerden yükselen ses de bunu ifade ediyor.

Ya davranışlarınıza çeki düzen verir düzelirsiniz ya da düzelmeyi reddediyorsanız istifa edersiniz.

Bu çok basit demokratik kuralı stadyumda bir ağızdan hatırlatanları “devlete karşı” diye yaftalayamazsınız.

Çünkü siz “devlet” değilsiniz, hükümetsiniz.

Tanımı gereği geçicisiniz. Kalıcı olan biz vatandaşların kurduğu ve vergileriyle ayakta tuttuğu devlet.

Kendinizi devletin yerine koyup böylece eleştiriden muaf olamazsınız.

“Eleştiriden vareste” tutulmak istenen “kutsal devlet” kavramına, demokrasilerde yer yoktur.

Çünkü devlet, kutsal bir varlık değildir.

Biz vatandaşların ortak ihtiyaçlarımızı karşılaması için kurduğumuz bir aygıttır, o kadar. Ne daha fazlası ne de daha eksiği.

Aynı şeyi orman yangınlarında da yaşamadık mı?

Bakın zamanın Orman Bakanı’nın “işe yaramaz” diye uçmasına izin vermediği uçaklar, İskenderun’daki liman yangınının söndürülmesinde işe yaradı.

Bunun bir hesabı olmayacak mı?

Tarihteki bütün devletler kendilerini ayakta tutan kurumları çökünce tarihe karıştılar.

O devletlerin vatandaşları buharlaşmadı, yeni devletler kurdular.

Eski tarihlerde devletler basit aygıtlardı, kurumları sınırlıydı. Ordu, bayındırlık, iaşe, ticaret…

Şimdinin devletleri daha karmaşık, daha çok kurum var, daha çok kurumsal ilişki var.

Ama sonuç aynı.

Geçmişte kurumları çöken devletlerin tarihe karışmaları için bir doğal afet ya da kaybedilen bir savaş yetiyordu.

Günümüzde kurumların sayısı çok ama unutmayalım ki hepsi birbirine bağlı olarak çöküyor.

“İşverenleriniz” olarak endişelenmemizin temel nedeni bu.

—————————