CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdardoğlu, “toplumun tüm kesimleriyle barışma ve demokrasi için buluşturma çabası yanlışsa, bu yanlışın en büyüğünü ben yaptım” dedi. (Arkadaşımız Metin Kaan Kurtuluş’un yaptığı söyleşiye buradan ulaşabilirsiniz.)
Kılıçdaroğlu öyle bir şey söylüyor ki gel de eleştir bakalım.
Politik demagogların sıkça baş vurduğu bir taktik bu.
Kimsenin itiraz edemeyeceği bir fikri dile getirerek herkesin itiraz ettiği konumunu kurtarmaya çalışıyor.
Evet, toplumun tüm kesimlerini buluşturma çabasında bir yanlışlık elbette yok.
Seçimin kaybedilmesi, bu çabanın siyaseten ete kemiğe bürünüp, seçmenin önüne bir alternatif olarak sunulmasında yapılan hataların sonucudur.
Bu saatten sonra “ben demiştim” ne kadar anlamlı ise o kadar anlamlı olacak ama ben demiştim.
Elle tutulur, halkın kolayca kavrayabileceği bir programa dönüştürülmemiş rastgele vaatler silsilesi, seçimi kazandırmaya yetmezdi.
Altı partinin neredeyse altı ayrı programla seçmenin karşısına çıkması, derli toplu bir ittifak görüntüsü verilmesini engelledi.
Ortada bütüncül kampanya yoktu.
Yanlışlık, buradaydı.
Ve yanlışlık Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsında devam ediyor. Bu önümüzdeki yerel seçimi de tehdit ediyor.
Kılıçdaroğlu devam ediyor:
“Elbette derin bir üzüntü var. Ben de bunun farkındayım. Ama bu üzüntünün kalıcı olması doğru değil. Burada görev kime düşüyor? Bize düştüğü kadar bu ülkenin aydınlarına da görev düşüyor, ‘Ayağa kalkın’ denilmesi lazım. Ama her gün yazılıp çizilenler sanki biraz umutsuzluğu besleyen bir atmosfer yaratıyor. Niye umutsuzluğu besliyoruz umudu beslemek varken?”
Muhalif seçmen içinde en büyük hayal kırıklığını yaşayanların CHP seçmeni olduğunda sanırım herkes hemfikir.
Birisinin onlara “ayağa kalkın” demesi gerekiyor ancak bu duyguyu seçmene geçirebilecek olanlar Kılıçdaroğlu’nun zannettiği gibi “aydınlar” değil.
İster beğenelim ister beğenmeyelim bir doğu toplumunda yaşıyoruz.
Bizimki gibi toplumlarda liderin kim olduğu önemlidir.
O lider onca yenilgiye rağmen değişmiyor, hatta son seçimde olduğu gibi kişisel hırsları ile o seçimin kaybedilmesine neden oluyorsa, davul zurna çalsanız, kulaklarının dibinde top patlatsanız o seçmeni uyandırıp, ayağa kaldıramazsınız.
O seçmende yeni bir heyecan yaratmayı ancak yeni bir yüz başarabilirdi ve Kemal Kılıçdaroğlu bunun önünü kesti.
Bu heyecanı yaratabilecek bir tek kişi vardı, o da genel başkanlık iddiasından vazgeçti, belediye seçiminde politik hayatını ortaya koyacağı bir kumar oynayacak.
Sırça köşklerinde oturdukları ve sadece kendilerine biat edenlerle konuştukları için sokaktaki CHP seçmeninin kime karşı öfkeyle dolu olduğunu bilmiyor olmaları normal.
Korkarım bu bilgiye yerel seçim gecesi sahip olacaklar ama iş işten bir kez daha geçmiş olacak.
——————————
Bakanlıkta, “paralel teşkilat” mı var?
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, hakkında FETÖ üyeliği nedeniyle inceleme yürütülen bir savcıyı, kendisine özel kalem müdürü olarak tayin etti.
Söz konusu özel kalem müdürü ile ilgili soruşturma iznini veren önceki bakan Bekir Bozdağ.
Tunç’un özel kalem müdürü ile ilgili iki inceleme var.
Birisi ondan başka 145 hâkim ve savcıyı da ilgilendiren “FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı” oldukları iddiası.
Diğeri ise 2011 yılında yapılan adli yargı hâkim ve savcı adaylığı sınavı sorularının FETÖ tarafından ele geçirilerek, kendi adamlarının hâkim ve savcılık sınavında başarılı olmalarıyla ilgili.
İncelemeleri HSK müfettişleri sürdürüyor.
Aleyhine verilmiş bir mahkeme kararı olmadığı için elbette söz konusu özel kalem müdürünün Fetullahçı olduğunu iddia edemeyiz.
Ancak iddialar ciddiye alınmış olmalı ki bir önceki bakan inceleme iznini verebilmiş.
Doğru olan bu inceleme tamamlanana kadar, bu kişilerin böyle etkin olabilecekleri görevlere atanmamalarıydı.
Üstelik bu kişi şimdi kendisi hakkında inceleme yapan HSK’nın Başkanı olan kişinin özel kalem müdürü.
Sadece bana mı tuhaf geliyor?
Koskoca Adalet Bakanlığı teşkilatında, bu görevi yerine getirecek ehliyette, hakkında soruşturma, inceleme vs. olmayan birisi bulunamadı mı?
Bulunamıyor olması elbette söz konusu olamaz, kuşkusuz ki yüzlercesi bulunabilirdi.
Peki Bakan, bu kararını verirken hangi saikle hareket etti?
Aklına bu kişinin geçmişini araştırmak gelmedi mi?
Yoksa hakkında suçlamalar olduğunu bakandan bile saklamayı başarabilen bir paralel örgüt mü var Adalet Bakanlığı’nda?
———————————–
