RADİKAL

İslamcılar ve demokrasi

 Prof. Şerif Mardin geçtiğimiz Eylül ayında düzenlenen Din- Devlet İlişkileri konulu sempozyumda bir konuşma yaptı.

Konuşmadan yapılan bir alıntı Avni Özgürel’in çarşamba günü Radikal’deki köşesinde yayımlandı. ‘Gördüğüm lüzum üzerine’ bu konuşmadan yapılan alıntıyı burada tekrarlıyorum:
“Afganistan’da kadınların kalın çuvallara sokulup uymayanların sokakta sürüklenmesi cehalet ve vahşetin örneği. Bunun Türkiye’de Müslümanlarca irdelendiğini görmedik. Özgürlükleri için sokağa çıkmayı göze alan Müslüman kadınlarımız neden bu zulüm karşısında bir tepki göstermeyi düşünmezler bilinmez. Malezya’da bir eyalette hadd çerçevesine giren cezalar vermek yasallaştı. Uzuvların kesilmesinden çarmıha gerilmeye kadar bir dizi ilkeler silsilesine kim yazıyla bile olsa karşı çıktı? Sudan’da İslamı kendine göre tefsir eden Taha’nın ölüme mahkûm edilmesi karşısında susacaksınız, Pakistan’da riyakâr politikacıların İslamı alet olarak kullanmalarına ses çıkarmayacaksınız. Hep susuş.. Mısır’da fukuhanın meşru bir evlilik bağını çözmesine razı mısınız? Necip Mahfuz gibi dünya çapında bir yazarın arkadan bıçaklanmasına hiç mi tepkiniz yok? İşte bütün bunlar Türkiye’deki İslami kesim tarafından yapılmadığı için kendilerine sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da itimat gelişmemiştir.”
‘Takiye’ sözcüğünü Hasan Cemal yazana kadar bilmiyordum. Ne zaman ki Hasan Cemal, Turgut Özal ile ilgili olarak bir Amerikalının söylediği bu sözcüğü kitabında aktardı, o günden beri Türk aydınlarının ‘İslamcı çevreler’le ilgili olarak kafalarının bir köşesinde bulundurdukları rezerv de ete kemiğe büründü.
Takiye sözcüğü sihirli bir formül gibi geldi ve İslamcı çevreler ile laik çevreler arasındaki güvensizlik uçurumunu büyüten bir rol oynadı.
Türkiye’de eksiksiz bir demokrasi yaşamamız gerektiğini savunuyorum. Kendim ve benim benzerlerim için düşündüğüm genişlikteki bir söz ve fikir özgürlüğünün, benim gibi düşünmeyenler için de bir hak olduğuna inanıyorum.
Bu çerçevede İslamcı çevreler için de aynı özgürlüğü talep ediyorum. İnsanların istedikleri gibi düşünmelerine, kendi anlayışlarına göre yaşamalarına, istedikleri gibi giyinmelerine taraftarım.
Bunun bence çok hassas bir sınırı var: Demokratik hakların, başkalarının demokratik haklarının sınırlanması sonucunu doğurabilecek gizli-açık girişimlere zemin yaratmak için kullanılamayacağına inanıyorum.
Görev öncelikle kendilerine ‘İslamcı’ diyenlere düşüyor. Dünyanın dört bir bucağında örneklerini gördüğümüz, modern demokratik hayat ile bağdaşmayan uygulamalar hakkında ne düşündüklerini açıklıkla ifade etmek zorundalar. “İslamda bu tür uygulamalara yer yok” tekerlemesi yeterince inandırıcı ve açık değil.
Hizbullah olayı da gösteriyor ki bu çevrelerin en azından bir bölümü ‘demokrasi’ konusunda göründükleri kadar samimi değiller. Bugün neredeyse bütün İslamcı yayın organları Hizbullah’ın eylem ve düşüncelerinin ‘İslam dışı olduğunu’ yazıyor ama bugüne gelinceye kadar bu yayınların hiçbirinde ne İBDA-C’ye, ne Hizbullah’a, ne de öteki İslamcı terör örgütlerine karşı bir yazı okuduğumu da hatırlamıyorum. Hatta eski RP Milletvekili Şevki Yılmaz’ın bir vakitler yaptığı gibi “Ben Hizbullah’ım” şeklindeki söz oyunlarının bu gazetelerde hararetle desteklendiğini de hatırlıyorum.
Başta Fazilet Partisi olmak üzere İslamcı çevrelerin iyi bir özeleştiri yapmalarının zamanının geldiğine inanıyorum. Eksiksiz bir demokrasi isteklerinde samimilerse görev onlara da düşüyor.