RADİKAL

Vay terbiyesizler vay…

Bülent Ecevit ile Bill Clinton’ı ‘Oval Ofis’te sohbet sırasında gösteren fotoğraf, Başbakan’ın Amerika ziyaretini bir anda ‘bir siyasal temas’ olmaktan çıkardı ve bir ‘Amerikan ahlakı-Türk ahlakı’ tartışmasına dönüştürdü.
Benim cennet vatanımın ne kadar eğlenceli bir ülke olduğu da bu vesileyle bir kez daha kanıtlandı.

Hatırlayacaksınız, Clinton, İsmet Berkan ile Amerikalıların ‘sofa’ diye tanımladıkları biz Türklerinse ‘kanepe’ dediğimiz ‘üçlü koltuğun’ sırtına dayanmış, ayakta bir tür ‘esas duruşta’ bulunan Ecevit ile konuşuyordu.
Meğerse ‘bazı çevreler’ Clinton’ın bu duruşunu Türk Başbakanı’na yapılmış bir saygısızlık olarak görmüşler. Ünlü Türk düşünürleri de bu tartışmaya katılmışlar ve görüşlerini beyan etmişler.
Örneğin Rauf Tamer her zaman olduğu gibi bir kez daha ‘sağduyuyu’ temsilen şöyle konuşmuş: “Önemli değil, Biri Türk terbiyesini yansıtıyor, öbürü Amerikan terbiyesini.” Ali Kırca da benzer bir görüşte: “Amerikalıların davranış biçimleriyle mesaj verme alışkanlığı olduğunu sanmıyorum” diyor. Karşı kamp daha güçlü ama. Ruhat Mengi “Fotoğrafa bakan her Türk vatandaşının tepkisi üzüntü ve hayal kırıklığı olacak” diyor. Hande Ataizi bunun bir tür kişilik tavizi olduğu kanısında. Ayşegül Aldinç de “Ecevit’in karşısında Amerikalının rahatlığı beni rahatsız ediyor” diyor.
Haşmet Babaoğlu sakalına yakışır bir ‘tahlil’ yapıyor: “Başkan Clinton rahatlığıyla yeni yüzyılın işaretlerini taşıyor. Başbakan Ecevit militer kültürün temsilcisi” diyor.
Güngör Mengi ise daha çok bir güreş maçını değerlendiren bir tarzda konuşmuş: “Burada kusur kendi halkının duyarlılığını hesaba katarak böyle bir pozda yakalanmaması gerektiğini Ecevit’in düşünememesi ve daha uygun bir pozisyon yaratmayı başaramamasıdır.”
İnsan düşünmeden edemiyor: Acaba Ecevit ‘arkaya dolanıp’, bir ‘kurt kapanı’ ile hasmını kündeye getirirken bir fotoğraf çektirmeyi başarsaydı, deprem nedeniyle de morali bozuk halkımız, Chelsea’li Wise’ın teröriste taktığı çelmeden sonra bir teselli daha bulabilir miydi?
Sabah Gazetesi’nin başlattığı bu tartışmanın heyecanına kendimi kaptırınca birden dehşetle irkilmedim de değil.
Acaba görüşmenin ‘Oval Ofis’te yapılmasının ardında da Türkleri küçük düşürme amacı mı gizliydi? Oranın hangi işlere yaradığını herkes biliyor, Monica’nın mavi elbisesinin nerede kirlendiği de kimsenin meçhulü değil. Acaba ‘Ecevit mavisi’ ile ‘Monica mavisi’ arasında kurulmak istenen diyalektik bir bağlantı mı var?
Ya Clinton’ın ‘şiir koleksiyonunu’ Ecevit’e göstermesine ne demeli? Şair bir Başbakan’ın ‘sana şiir koleksiyonumu göstereyim’ denilerek hem de Oval Ofis’te tuzağa düşürülmesi mi söz konusu?
Hadi bütün bunlara bir izah getirildi diyelim. Peki Ecevit’e, Eliot’un bir şiir kitabının hediye edilmesi ulusal gururumuza vurulmuş bir darbe değil mi? Kitapta yer alan bir şiire bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:
“Şimdiden bilirim bütün hepsini, birbir hepsini / Bilirim sabahını, ikindisini, akşamlarını / Kahve kaşıklarıyla çıkarmışım ömrümün tutarını / Ya hanım, bir yastık yerleştirerek, yahut çıkarıp atarken şalını / Pencereye çevirip yüzünü / Hiç de bu değildi, deyiverirse? / Hiç de bu değildi benim aklımdan geçen / İhtiyar oluyorum… İhtiyar..
Şiirdeki gizli mesajlara dikkatinizi çekerim: Amerika bize her şeyinizi bilirim demek mi istiyor? Rahşan Hanım’ın Af Yasası ile ilgili olarak sevgili eşine ‘aklımdan geçen hiç de bu değildi’ dediğini mi gözümüze sokmaya çalışıyor? Yoksa kastedilen şey Başbakanımızın çok ihtiyar birisi olduğu mu?
Evet sevgili okuyucular, Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin hiçbir döneminde bu kadar derin bir krizle sarsılmamıştı.
Ben şimdi ulusal gururumuzu kurtarmak umuduyla Fenerbahçe-MTK maçına gidiyorum. Orada bir ‘Onuncu Yıl Marşı’ söyleyip rahatlayacağım. Tabii Rıdvan Dilmen’in takımı yeni bir kötü sürpriz hazırlamadıysa..