Türk basınında bulvar gazetelerinin fiyat indirimiyle başlayan hareketlilik öyle görünüyor ki sadece ‘fiyatla’ sınırlı kalmayacak. ‘Ucuzluğun’ giderek bütün basını etkisi altına alacak bir tehlikeye dönüşme eğilimi gösterdiğini düşünmemize yol açacak şeyler oluyor.
Bir bulvar gazetesinin fiyat dayatmacılığıyla başlattığı rekabet, giderek büyük gazetelerin de fiyat olarak olmasa bile içerik olarak ‘ucuzlaşma’ eğilimine girmesine yol açtı.
Son iki örnekten en önemlisi ‘şeytancılar cinayeti’ ile karşımıza çıkıyor. 
Türk basını büyük çoğunluğuyla bu olayda haberin nerede başlayıp, nerede biteceğini, bitmesi gerektiğini hesaplayamadı.
Bir genç kızın öldürülmesi olayıyla ilgili olarak ortalığa saçılan ‘bilgiler’in detayları sadece haber verme kaygısıyla açıklanabilir mi? Bundan çok kuşkuluyum. 
Zanlıların polis tarafından yakalanmasının ardından cinayet süreci ile ilgili olarak gazetelere yansıyan haberler öyle ayrıntılar içeriyor ki, bunları bırakın Penthouse Forum gibi artık ‘geleneksel’ sayılabilecek dergileri, Hustler gibi ‘aykırı’ olmayı kendisine şiar edinmiş ‘hard porno’ dergiler bile yayımlamaya cesaret edemezlerdi. 
Kurbanın nasıl öldürüldüğüne, nasıl tecavüze uğradığına, tecavüzü başaramayan ikinci zanlının sevgilisi tarafından nasıl uyarıldığına kadar öyle detaylar var ki bunları belki sadece nekrofili ile ilgili ‘yeraltı’ dergileri yayımlamayı düşünebilirdi. Ama bizde her gün çoluk çocuk da dahil yüz binlerce kişinin okuduğu gazeteler bunu bir ‘erotik öykü’ gibi sunmakta bir sakınca görmediler. 
Seviyesizliğin tiraj yaptığı düşüncesi bir kez daha basını etkisi altına almış görünüyor.
Şeytancı cinayetinin gazetelere yansıyış biçimindeki sorun sadece haberin nerede bitmesi gerektiğine ilişkin kararın doğru verilmemesi ile ilgili değil. Türk basınının geleneksel sorunu bu haberde de bir kez daha ortaya çıktı: Sadece polisten alınan bilgiye dayanılarak, haklarında mahkeme kararı verilmemiş insanlar peşinen katil olarak ilan edildiler. Hatta sadece zanlılar değil, zanlılar gibi giyinen, saçını uzatan, dövme yaptıran başka gençler de ‘potansiyel suçlu ve katil’ ilan edilmekten kendilerini kurtaramadılar. 
Radikal ve Cumhuriyet dışında hiçbir gazete söz konusu kişilerin ‘zanlı’ olduklarının altını çizmedi. Herkes savcı ve yargıç oldu, polisten alınan bilgilerle hükümler verildi.
İkinci çarpıcı örnek ‘babasına satılmak istenen genç kız’ haberiydi. Olayın kurbanı 18 yaşını doldurmamıştı ama hiçbir gazete bu ayrıntıya özen göstermedi. Kurbanın kimliğinin gizlenmesine gerek görülmedi, gazetelerde boy boy fotoğraflarının yayımlanmasından çekinilmedi. Ayrıca olayla ilgili haberin yazılışına hâkim olan genel üslup, bu kişisel felaketten de bir ‘erotik öykü’ çıkarmaya yönelikti. 
Gazetelerin fiyat indirimleriyle daha geniş kitlelere ulaşma çabası sadece bize özgü bir olay değil. İngiltere’nin en saygın gazetesi Times bile zaman zaman rekabetin gereği olarak fiyat indirmekten kaçınmıyor. Amaç sadece gazetecilik yapmak olduğunda fiyat ile ilgili rekabetin gelip dayanabileceği bir sınır var ve o sınır gazetenin bağımsız bir ekonomik faaliyet olarak dayanabileceği zararla çiziliyor. Türkiye’de de böyle olacak. Fiyat rekabeti (amaç sadece gazetecilik olduğunda) dayanılamayacak zarar sınırına varıldığında sona erecek. 
Ancak öteki ‘ucuzluğun’ bir sınırı yok. Ekonominin birçok alanında olduğu gibi gazete endüstrisinde de ‘kötü mal, iyi malı kovuyor’. Şimdi yaşamakta olduğumuz süreç de işte budur. Bundan sadece gazetecilik mesleği değil, bütün bir ülke de zarar görecektir.
