RADİKAL

Fethullah Gülen ve yıkılan hayaller

Fethullah Gülen ile iki kez karşılaştım. İlk karşılaşma sadece bir ‘karşılaşmaydı’. Hakkında bir izlenim edinmeme yetmeyecek bir iki hal hatır cümlesinden başka bir şey de konuşmadık.

İkincisi ise bir ‘randevu’ydu. Radikal’in yayımlandığında epey ses getiren ‘Vay Hoca vay’ manşetinin ardından, Gülen camiasından gelen bir görüşme isteğinin sonucuydu. Fethullah Gülen ile cemaatine ait bir dershanenin en üst katındaki özel konutunda bir kahvaltı sofrasında birlikte olduk. Avni Özgürel de bizimle birlikteydi ve Fethullah Gülen ile o gün yaptığımız konuşmayı ve Özgürel’in izlenimlerini daha sonra Radikal’de yayımladık.
Fethullah Gülen ile ilgili olarak ilk yazımı Posta gazetesinde yazmıştım. Bir toplantıda karşılaştığı Adnan Polat’ın eşinin elini sıkmamıştı. Gazetelerde bu haber yayımlandıktan sonra “Hangi Fethullah Hoca gerçek olanı?” diye yazmıştım. “Açık fikirli, aydın din adamı portresi mi gerçek, yoksa kendisine uzatılmış bir hanımın elini sıkmaktan kaçınan bağnaz Fethullah Hoca portresi mi gerçek” diye sormuştum. O yazım şöyle bitiyordu: “Şeriatçı ve laik diye birbirine düşman iki kampa bölünmüş Türkiye’nin üzerine çökmeye hazırlanan kâbusu yok etmemiz için iki taraf arasında köprülük yapacak insanlara ihtiyacımız var. Dogmalarla savaşan Fethullah Hoca’nın mı, yoksa kendisine saygıyla uzatılmış bir kadın elini havada bırakıp sıkmayan Fethullah Hoca’nın mı daha gerçek olduğunu hep birlikte yakında göreceğiz. Dilerim birincisi gerçektir. O zaman hepimiz onun elini öperiz.”
Fethullah Gülen ile o ikinci karşılaşmamızda hep bu sorunun yanıtını aradım. Edindiğim izlenim ne yalan söyleyeyim olumluydu. Refah Partisi çizgisinde ifadesini bulan ‘Arapçı İslamcı’ akımın karşısında daha ulusalcı özellikler gösteren Fethullah Gülen düşüncesinin bir denge unsuru olabileceğini düşünmüştüm. Herkesin inancını kendi içinde yaşayacağı, birbirine bir yaşam biçimi dayatmayacağı, gerçekten demokratik bir Türkiye’nin özlemini duyduğunu söylüyordu. Etkileyici hatip özellikleriyle çizdiği tablo, aslında hepimizin kolayca kabul edeceğimiz bir tabloydu.
Derken geçtiğimiz hafta sonu televizyonlarda malum kasetler yayımlandı. Bu kez karşımızda bir başka Fethullah Hoca vardı. Şimdi kendini savunurken o kasetlerin montaj olduğunu, o sözlerin başka bağlamlar içinde söylendiğini açıklıyor.
Eğer o konuşmalar gerçekten başka bağlamlar içinde söylendiyse, başında ya da sonunda o cümlelerin anlamını değiştiren başka sözler varsa bunları açıklamak da yine Hoca’ya düşüyor. Elindeki televizyon ve gazeteler aracılığıyla kesildiğini iddia ettiği konuşmaların tümünü yayımlayabilir. Biz de böylece işin aslını öğrenebiliriz diye düşünüyorum: Gerçekten bir komplo mu var, yoksa Hoca yine takiye mi yapıyor?
Hasan Cemal yazdığı ‘Özal Hikâyesi’ adlı kitabıyla ‘takiye’ sözünü siyaset dilimize sokmamış olsaydı durumu kavramakta aslında çok daha fazla zorlanacaktık. Ama şimdi elimizde böyle durumları açıklayan sihirli bir kelime var. Ve ne yazık ki bu kelime aynı zamanda toplumsal paranoyamızı besleyen bir etki de yaratıyor.
Birbirine zaten güvenmeyen ve kuşku duyan iki kampa bölünmüş ülkemizde her iyi niyet girişiminin ardında ‘takiye’ arayanlar, Fethullah Gülen’in çok geniş bir çevrede yarattığı hayal kırıklığından sonra ellerini daha da güçlendirecekler.