RADİKAL

Ünlü bir yazar olamadıysam sorumlusu ailemdir

 Kitapçıları gezerken meslektaşlarımın gazetelerde yayımlanmış yazılarını kitap haline getirdiklerini görüp, kıskançlıktan çatladığımı daha önce yazmıştım:

Bir vakitler gazetelerde yayımlanmış yazıları, kitap haline gelince kimlerin alıp okuduğunu gerçekten merak ediyorum.

Ayrıca günlük gazetelerimizde, haftalık dergilerimizde yayımlanan birçok yazının, bırakın aradan aylar yıllar geçtikten sonra bir kez daha okunmasını, yazıldıkları gün bile sonuna kadar okunduğundan da emin değilim.

Çetin Altan gibi benzerine zaten zor rastlanan birkaç yazar dışında, hiç kimsenin yazdıklarının aradan günler geçtikten sonra bir değer ifade etmediğini de biliyorum.

Ama nasıl oluyorsa oluyor, genç öykücülere, şairlere, romancılara itibar etmeyen yayınevleri, gazetecilerin eski yazılarını toplayıp kitap haline getirmeye bayılıyorlar. Bunda sanıyorum biz meslektaşların bu kitapların reklamını yapacağımıza ve satışını destekleyeceğimize olan ‘boş inanç’ rol oynuyor.

20 yıllık meslek hayatımın en uzun kısmı gazete ve dergilerde editörlükle geçti. Dolayısıyla bugün kitap sahibi olan birçok meslektaşımın gerek Türkçe bilgilerinin gerekse edebi düzeylerinin ve ‘umumi müktesebatlarının’ düzeyi hakkında birinci elden fikir sahibiyim.

Onları bu medeni cesaretleri için her zaman takdir ettiysem de eski Gırgır Dergisi’nin Muhlis Bey’ini aratmayacak üsluplarıyla yazdıkları yazıların nasıl kitaplaştırıldıklarına da hep şaşırmışımdır.

Bu görüşlerimi sık sık kendilerine de tekrar ettiğim için meslektaşlarımın büyük bölümü “o zaman sen de iyi bir roman yaz da görelim” diye beni eleştirirler.

Ben de onlara romanımda Bukowski’yi aratmayacak diyaloglar olacağını, ancak aile terbiyemin buna izin vermemesinden dolayı bir türlü romanımı bitiremediğimi söylüyorum.

Radikal’e yeni katılan ve “gerçek bir yazar” olan Perihan Mağden’in geçen pazar Radikal İki’de yayımlanan yazısı benim durumumu çok iyi ortaya koyuyor.

Perihan (acaba günümüzde geçerli genel üsluba uygun olarak Sevgili Perihan mı deseydim?) yazısında “Koleksiyoncu”, “Fransız Teğmenin Karısı” ve “Büyücü”nün yazarı John Fowles’tan dinlediklerini aktarıyor.

Fowles şöyle diyor: “Yazmak bir striptizdir. Bütün elbiselerini çıkarmaya hazır değilsen yazmaya başlama. Yazmak için seri katil olmalısın. Önce ananı-babanı öldürmelisin. Ki anam babam bu yazdıklarımdan utanır mı, ne yapar eder diye düşünmeyesin. Sonra tüm saygıdeğer hocalarını öldürmelisin. Onların öğrettiklerini unutmak için şarttır bu. Bütün arkadaşlarını öldürmelisin. Kimsenin beğenileri, olurları olmazları seni etkilememeli.”

Ünlü yazarın bu tespitleri benim neden iyi bir roman yazmayı başaramadığımı çok iyi ortaya koyuyordu. Sorumlular da belliydi: Ailem ve arkadaşlarım!

Fowles’ın benim durumuma uymayan sözleri ise şunlardı: “Biz yazarların laneti kendini beğenmişliğimizdir. Hep diğerlerinden daha iyi olduğumuzu düşünürüz. Kendimi önemli biri gibi zannediyorum.”

Haksız sayılmam, değil mi? Siz söyleyin Allah aşkına, hiç yazdığım şu satırlarda kendimi çok beğeniyor gibi bir havam var mı?