Türk basını son yılların en saçma tartışmalarından birisini yaşıyor. Bir gazetenin basit bir taciz öyküsünü “okuyucunun fikrini sorma” ambalajı içine sokması ilk bakışta bir gazetecilik başarısı gibi görünüyor. Ama bana kalırsa burada bir gazetecilik başarısından çok “kendi varlığını sorgulama” ile karşı karşıyayız.
Bir doktorun kadın hastalarına cinsel tacizde bulunduğuna ilişkin iddiaların gizli kamera çekimi ile tespit edilmesinin ardından başlayan “meslek ahlakı” tartışması, Türk basınının bir bölümünün bu konularda kafasının ne kadar karışık olduğunu ortaya koyuyor.
Hatırlayacaksınız, Aczmendi Şeyhi’nin bir kadınla yakalanışının gazete ve televizyonlara yansıtılması da aynı kafa karışıklığı nedeniyle tartışmalara yol açmıştı.
Bir gazeteci, işini yaparken karşılaştığı her habere ilişkin olarak bir karar verme durumundadır.
Bu kararı verirken gözetmesi gereken temel mesleki ilkeler elbette olmalıdır. Bunların yanı sıra her gazetenin de habere bakışını belirleyen bir “anayasası” vardır.
Gazeteci kararını bunların ışığında verir. Haberin doğruluğundan eminseniz, haberin elde edilişi temel ahlaki kurallara aykırı değilse, gazeteci haberi izlerken kendisini bir polisin ya da savcının yerine koymuyorsa, haber bir özel çıkardan çok toplumun en azından bir bölümünü ilgilendiriyorsa ve nihayet o haber yayınlanacağı gazetenin kendi özel standartlarına uyuyorsa gazeteci kararını verir ve haber yayınlanır.
Bir gazetenin yayımlanma süreci bu tür kararların toplamından oluşur.
Bunun için de halkoylamasına gitmenin hele bunu “haberden zarar görecekler var” kılıfı içinde yapmanın hiçbir mantığı olamaz.
Gazeteci işini yaparken bütün bunları gözeten ve verdiği kararın sorumluluğunu taşımaya ehliyeti olan insandır. Bu sorumluluğu kendisinin ve meslektaşlarının vicdanına karşı duyan insandır.
Gazeteci bir haberi yayımlayıp yayımlamamaya karar veremiyorsa elinde her zaman için geçerli tutarlı bir ölçüt yok demektir. 0 gazetecinin sorgulaması gereken şey bu durumda kendisidir.
Tansu Çiller’in mallarını, gizli Kuran kursu yeminini, MGK kararlarını, petrol zammını, Sincan’daki törenleri verirken de haberden zarar görenler yok muydu? Fadime Şahin ve Emire Kalkancı’nın açıklamalarını yayımlarken halkoylaması yapma gereği mi duyuldu?
Ya da anketi yapan gazetenin üçüncü sayfasına koyduğu diğer haberlerden taciz haberinin ne farkı vardı? Trafik kazasında yaralanan bir kadının hastaneye götürülüşü sırasında açılan bacaklarının resmini basarken aynı hassasiyet neden gösterilmedi? Bir tecavüz davasının mağdur ve faillerinin fotoğrafları ve öyküsü yayımlanırken bu haberden zarar görenlerin olduğu hiç akla gelmedi mi?
Haberin tümünü verip failin ismini açıklamamak ve “Rumeli Caddesi’nde muayenehanesi olan ünlü bir hastanenin tanınmış doktoru” tanımı arkasına saklanmak, aynı caddedeki diğer doktorları da “muhtemel fail” haline getirmedi mi? Rumeli Caddesi’nde muayenehanesi olup da ünlü bir hastanede çalışmayan, tanınmış bir doktor olmayan kaç kişi var? Onların bu duruma düşürülmesi kararını kim verdi?
Bence burada asıl tacizi söz konusu anketi yapan gazete yapıyor. Okuyucularını taciz ediyor.
