Tek çocuk’larla ilgili olarak yazdığım yazının sonunda sizlerden de bu tartışmaya katkıda bulunmanızı istemiştim. Bu konuda bazı elektronik iletiler ve fakslar aldım.
Türkiye’de hep olduğu gibi bu işte de erkekler yine sınıfta kaldılar. Gelen mektuplar daha çok kadınlara /annelere ait. Erkeklerin çocuklarını sevmediklerini elbette düşünmüyorum ama çocukla ilgili tüm sorumlulukları ve sorunları çözme görevlerini annelere yıktıkları da bir gerçek. Ve bu vesileyle zaten hep bildiğimiz şey bir kez daha doğrulanıyor!
Bugün size bir annenin mektubunu sunuyorum. Öteki mektuplara ve benim bu konulardaki düşüncelerime de daha sonra sıra gelecek.
“Annem tek çocuk, en yakın iki dostum tek çocuk, tek kızım Alev tek çocuk.
‘ Alev’i doğurana kadar, kendi biyolojik saatimin giderek güçlenen tiktaklarından başka bir baskı gördüğümü söyleyemem doğrusu. Eee, ortada bir koca yokken, kimin haddine düşmüş ‘hani çocuk? hani çocuk?’ diye tutturmak..
Dananın kuyruğu Alev doğduktan sonra koptu. Tek çocuk annemden başlayıp, bütün aile efradım, arkadaşlarım, iş arkadaşlarım, mahalle bakkalım ve nedense hep sohbet ettiğim taksi şoförlerine varıncaya kadar herkes bir korodur tutturdu: ‘Hani ikincisi? Hani ikincisi?’
Çünkü tek çocuklar, ‘kendilerini yalnız hissederler’, ‘paylaşmayı öğrenemezler’ vb… Siz de yaşamışsınızdır aynı şeyleri.
Zaman ve ortam uygun değildi, ne mutlu ki Alev de kardeş diye tutturmadı, gözümüz bir kere daha böyle büyük bir sorumluluğu yemedi. Üstelik tek çekişte kızı bulmuştuk, tek çocukta kaldık. Bu arada eşim ve ben neredeyse tohuma kaçtık ve geri dönüşsüz tıbbi önlemler aldık, gene de ‘birden fazla çocuk’ korosunu susturamadık.
Nedir bu çok çocuk sendromu, biraz da bunu sorgulasak diyorum. Bir cahil cesareti gösterdim, bu hiç de güven telkin etmeyen dünyaya bir çocuk getirdim, neden herkes saf tutup Levent Yüksel’e özenmişçesine ‘bi daha, bi daha’ diye şıkır şıkır oynuyor da, bana da ‘Tövbe! Tövbe!’ demek düşüyor?
Tek çocuklar yalnız değildir. Eğer aşiret mantığıyla değil birey olarak yaşanıyorsa hayat, tek çocukların yakın arkadaşları olur, dostları olur.
Tek çocuk ille de paylaşma özürlü değildir, paylaşmak güncelliğin dayattığı bir zorunluluk olarak değil, seçilebilir bir erdem olarak da öğrenilebilir.
Tek çocuklar da hayal kırıklıklarıyla, biraz geç ve güç dahi olsa, başa çıkmayı öğrenebilir.
Tek çocuklar biricik oldukları için çok değerlidirler, varlıkları hiç bir başka varlığa armağan edilemez, böylece hem ebeveynleri hem kendileri ‘varlığım herhangi başka bir varlığa armağan olsun’ sistemine arıza çıkartır.
Tek çocuğun ‘sendrom’ olması belki de bu yüzdendir.
Belki de tek çocuk sendromu yerine tek çocuk ebeveyni sendromu üzerine konuşmak ve hatta örgütlenmek gerek, çok çocuk sahiplerinden binlerce özür dileyerek tek çocuğumuz işkence görmüş mesela, ya da üniversite öğrencisi olup polis copunu yemiş başına, ya da kırmızı ışıkta durmayan bir sarhoş veya düşüncesizin trafik kurbanı olmuş, ya da tıbbi etiksizliğin kasaplık – yorgunluk kurbanı, ya da bir biçimde sakıncalı bulunup yok edilmiş, faili fevkalade meçhul olarak, her şeye rağmen hayata sarılmamızı gerektirecek bir başka biriciğimiz yoksa, epi topu bütün biriciğimiz bu armağan edeceğimiz varlıksa, ne yapacağız o zaman?
Bir teselli var mı, sizce?