Mersin ve Trabzon’daki olayların ardından bir grup aydın, ortak bir açıklama yaparak benim de daha önce üzerinde durduğum bir tehlikeye dikkat çektiler.
Sözünü ettiğimiz tehlike, en genel tanımıyla Türk ve Kürt şovenizminin tırmandırılmak istenmesidir.
Bunu yapmak isteyenlerin niyetlerinin ne olduğu da çok açık.. Kışkırtılmak istenen kavganın bir tek sonucu olabilir: Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve Batı medeniyetinin bir parçası olabilmesinin yolunu kesmek!
Bir grup aydının bu tehlikeye dikkat çektiği uyarı mektubu pazartesi günü Milliyet’te yayımlandı.
Genel bir eğilim
Salı günkü Milliyet’te de, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın yaptığı, bu konuyla ilgili açıklamayı okumuş olmalısınız.
Mehmet Ağar’ın açıklamasında, Türkiye’deki bir genel eğilimin izlerini görüyorum.
Genel olarak aydınları küçümsemek, aydın sorumluluğu içinde yaptıkları girişimleri “çocukça” bulmak gibi bir davranış biçimi..
Bunu yapan bizim apartmanın kapıcısı ya da pazardaki domates satıcısı olsa sorun değil. 
Cahil halk kesimleri, dünyanın her yerinde aydınları küçümser.. Böylece cehaletlerinin kendilerini düşürdüğü komik duruma karşı bir içsel tepki geliştirmiş olur, bununla rahatlar…
Hiç kimse cehaletiyle övünemez çünkü.. 
Ama çok okumuş yazmışları “Dünyadan haberleri yok, fildişi kulede oturup ahkâm kesiyorlar” diye küçümsemenin kendi cehaletinizi örten bir yönü olur..
Homer Simpson’ın durumu yani..
Sıradan biri değil
Ağar’ın açıklamasını ciddiye alıp üzerine yazı yazıyor olmam, Ağar’ın sıradan bir pazarcı olmamasından kaynaklanıyor.
Türkiye’de önemli bir partinin lideri, bir siyasi görüşün temsilcisi..
Ve söylediği sözlerin altında sanki gizli bir uyarı da var gibi..
Ağar şöyle diyor: “Ateş düştüğü yeri yakar. Ateşin dışındakiler milleti rahatsız etmesin. (…) Bunları kaleme almak yanlıştır. Gereksiz işlerdir. Halkı tanımayan, geleneğini, genlerini, tarihini bilmeyenler kendilerini ortaya atmaktadır.”
Aydınlar ateş dışında!
Şimdi aydınlar neden “ateş”in dışında olsunlar?
Ateşin düştüğü yer, bu ülke toprakları değil mi? Ve aydın olma sorumluluğumuz, bu ülkenin en küçük derdinin bile aynı zamanda bizim derdimiz olmasını gerektirmiyor mu? 
Zaten “aydınlar” ve “kendilerini aydın olarak görmeyenler” arasındaki ayrım burada: Birisi kendi sorunu gibi görünmeyen bir şey için de dertlenebilir, üzülebilir, o sorunu düşünmekten uykusuz kalabilir… Ötekisi içinse ancak ve ancak kendi özel dertleri vardır, dışarıda dünya yıkılsa umurunda olmaz!
Bilmiyor olabilir mi?
Mehmet Ağar’ın bu önemli farkı bilmiyor olması mümkün mü?
Bence mümkün değil, çünkü kendisi de genel bir tanımlama içinde “aydın”lar arasında sayılabilir kolayca..
“Sözlerinin altında gizli bir uyarı mı var acaba?” sorusuna buradan çıkarak geliyorum. 
Bizde devlet geleneği içinde yetişen ve siyasete geçtikleri zaman da aynı geleneğin bir parçası olmaktan kurtulamayanlara özgü bir uyarı?..
Ya da bütün bu olup bitenlerde bir “derin devlet” parmağı arayanları haklı çıkaracak bir işaret?..
