Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu ekonomik çıkmazın sorumlusunun bugünkü hükümet olmadığını herhalde hepimiz biliyoruz.
Ama bu durum, bugünkü sorunu çözme sorumluluğunun bu hükümetten beklenmesi gerçeğini değiştirmiyor.
Ankara’dan gelen haberler “gönüllü” katılımla bu krizin de aşılabileceğine olan inancın hükümet çevrelerinde giderek kabul görmekte olduğunu ortaya koyuyor.
Uzun vadeli bir tür tasarruf bonosu uygulamasından tutun da, sivil toplum örgütlerinin önderliğinde yürütülecek bağış kampanyalarına kadar bir dizi girişimden söz ediliyor. 
Türkiye ciddi bir ekonomik krizden çıktı. Dün açıklanan 2002 yılı büyüme rakamlarına bakınca bu krizden çıkışı gösteren güçlü bir büyüme eğiliminin varlığı da göze çarpıyor.
Ama yine de krizin etkilerini tümüyle giderebildiğimiz söylenemez. 
2001 yılındaki büyük daralmayı gideremediğimiz gibi şimdi bir de Irak Savaşı’nın ekonomimiz üzerindeki olumsuz etkileri ile baş etmek zorundayız.
Gönüllü katılım mı?!
Halkın önemli bölümü, son krizle birlikte elinde – avucunda ne varsa kaybetti. On binlerce kişi işsiz kaldı, bir çok işletme kapandı. Kentlerin sokaklarında şöyle bir dolaşmak bile kaç işyerinin kapandığını görmeye yetiyor. Boş dükkânlar, ıssız çarşılar, iş merkezleri.. 
Bu krizde iflas bayrağını çekmeyenler ise büyük yara aldı: Yatırımlarının değeri düştü, müşterilerinin bir bölümünü kaybettiler, yeni kredi olanakları da olmadığı için işlerini eski haline getirmeleri uzun zaman alacak.. 
Böyle bir ortamda “gönüllü” katılımın bu sorunun çözümünde nasıl bir ekonomik araç olarak görülebildiğini de aklım almıyor.
Evet, bu kampanyalarla yurdunu seven birçok insandan gönüllü katılım sağlanabilir. Ama bu katılımın boyutu, Türkiye’nin ağır borç sorununu çözmeye de hiçbir zaman yetmez. 
Bu tür bir kampanyaya kimlerin katılabileceğini tahmin etmek zor değil: Geliriyle giderlerini karşılayabilen, küçük de olsa tasarruf edebilen bireyler ile her şeye rağmen ayakta kalmayı başarabilen işletmeler..
Soruların yanıtı var mı?
Peki bu kişi ya da işletmeler ellerindeki parayı bir havuza borç ya da bağış olarak aktarırlarsa, mevcut ekonomik faaliyetlerini aynı düzeyde sürdürebilirler mi?
Yani eskisi gibi tüketime ve üretime devam edebilirler mi? Bankalara tasarruflarını yatırabilirler mi? Türkiye’de kişi ya da işletmelerin elinde böyle kullanılabilecek “fazladan” bir para kalmış olabilir mi? 
Türkiye’nin sorunu belli: Üretim artacak, devlet topladığı vergiyi ve aldığı borcu popülist politikalarla saçıp savurmayacak.. Artan üretimin yarattığı ek istihdam yeni tüketicilerin pazara girmesini sağlayacak, üreten ürettiğini satabilecek, devlet daha çok vergi toplayabilecek ve giderek borçlarını ödeyecek, faizler düşecek vs.. 
“70 milyon kişiden 100’er dolar toplasam 7 milyar dolar eder” türünden “iktisadi çözümöler ancak köy kahvelerinde sıkıntıdan bunalmış insanların bulabilecekleri çözümdür.
Türkiye’nin bugünkü ihtiyacı sonuç vermeyecek “kahvehane geyikleriyle” uğraşmak değildir. 
Türkiye’nin yeni bir kalkınma vizyonuna ihtiyaç var.. Türkiye’yi dönüştürecek büyük projelere.. Üretimi, istihdamı ve tüketimi artıracak büyük projelere..
Hükümetten duymak istediğimiz budur, sonunda hayal kırıklığı yaratacak “Porof. Zihni Sinir proceleri” değil! 
Şunu akıldan çıkarmamak gerek: İktisadi geçerliliği olmayan çözümler, ekonomik sonuçlar yaratmazlar..
