Türkiye’nin sorunlarının temelinde devletin ekonomik hayatın tam ortasında yer alıyor olması yatıyor.
Her şeyden önce, siyasi kaygılar, kamu kaynaklarının verimli kullanılmasını önlüyor.
Tek bir uçak inmeyen havaalanları..
Sadece seçim yatırımı olarak atılan temeller ve yıllarca tamamlanamayan inşaatlar..
“Tarımsal destekleme politikası” kılığına girmiş seçim ulufeleri…
Geri dönmeyeceği daha verilirken bilinen krediler..
Kamu işyerlerine doldurulan “yandaşlar”..
Yıllar önce durdurulması mümkünken siyasi müdahalelerin koruyuculuğunda sürdürülen banka soygunları..
Siyasetin finansmanı için kamu kaynaklarının partili işadamlarına sunulması..
Örnekleri bütün bu sayfayı dolduracak kadar genişletmek mümkün.
Bunun tek çözüm yolu var, ekonomi üzerindeki siyasetçi ağırlığını ortadan kaldırmak.
Birileri ‘Dur’ dedirtmedi
Özelleştirme bu amaca ulaşmak için kullanılan yöntemlerden biri..
Ama bu da tek başına siyasetin ekonomiden elini ayağını çekmesi için yeterli değil.
Çünkü kamunun bir de denetim görevi var ve bu denetim görevi doğru düzgün yerine getirilmediği zaman neler olup bittiğini hep birlikte gördük.
Eğer siyasi müdahaleler olmasaydı, bugün el konulmuş durumda bulunan bir çok bankanın sahibine yıllar önce “dur” demek mümkün olacak ve ülkenin zaten kıt kaynakları “sahipleri eliyle soyulan bankalarödaki mevduatı kurtarmak için harcanmayacaktı.
İki yıldır tanık olduğumuz bütün batık banka öyküleri birbirine adeta karbon kopya kadar benziyor.
Devletin denetim elemanlarının saptadığı bütün usulsüz işlemlerin gereği ilgili bakanın onay vermemesi nedeniyle yerine getirilemedi.
Bankacılık Düzenleme Ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) kurulması büyük ölçüde bu zorunluluktan doğdu.
BDDK, finansal reformun yapılması için alınması zorunlu olan Dünya Bankası kredisinin hatırına kuruldu. İlk kanundaki “özerklik” Dünya Bankası tarafından yeterli görülmediği için de kısa sürede ikinci bir düzenlemeye gitmek zorunluluğu doğdu.
Özerklik de ‘fazla’ kaçtı
Başbakan Bülent Ecevit, kamu içindeki BDDK benzeri özerk kuruluşların özerkliğinin fazla olduğunu, siyasi iradenin önüne geçtiğini söyleyerek bu alanda yeni düzenlemeler düşünüldüğünü açıkladı.
Sadece BDDK değil, Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurulu, Telekomünikasyon Üstkurulu gibi başka özerk kuruluşlar da bu düzenlemelerden paylarını alacaklar.
Amaç çok açık: Siyasetçiler bu kurullar üzerinde halen mevcut olan kontrollerini bile yeterli bulmuyorlar, daha fazlasını istiyorlar.
Bu kurulların tümü özel uzmanlık isteyen, siyasi kaygılardan uzak yönetilmesi gereken kurullar.
Zaten hemen tümünün üzerinde kurullara yapılan atamaların biçimi nedeniyle ciddi bir siyaset gölgesi var.
Ama belli ki bu yetmiyor. Siyaset, sahip olduğu ekonomik olanakları kendi bildiği gibi daha rahat kullanmak için şimdi bu kurulları hedef alıyor.
“Büyük yapısal reform” diye halka sunulan özerk kurullardan vazgeçmek, yapısal reformlarda da geriye dönüşün işareti olmuyor mu?