MİLLİYET

Şeytan hâlâ aramızda!

 DSP’deki istifalar, kurulmaya çalışılan yeni bir parti, asık yüzleriyle ekranlara çıkıp basın toplantısı yapan siyasiler… Avrupa Birliği ne olacak, ekonomik program uygulanmaya devam edecek mi, Irak’a müdahale en erken ne zaman olabilir gibi bir sürü soru…
Son günlerde aklımızda sadece bunlar var.

Hep olduğu gibi Ankara’daki gündemin esiri olmuş durumundayız.
Bu arada unuttuğumuz, hatta belki de özellikle unutmak için çabaladığımız bir şey var…

Melek yüzlü çocuklar
Sanki üzerinde düşünüp, kafa yoracak olursak bize de bulaşacakmış zannettiğimiz, kafamızdan silip atmak istediğimiz bir olay..
Lara’yı, Ceylan’ı, Cenan’ı, Aslı’yı, İlknur’u, Serkan’ı, Açelya’yı hatırlıyor musunuz?
En küçügü 14, en büyüğü 17 yaşında olan melek yüzlü çocukları?
Ben hatırlıyorum…
Gözümün önünden gazetelerde yayımlanan fotoğrafları geçiyor, yerli yersiz…
Mutlu bir tebessümle bana bakan, tümünün ismini aklımda tutamadığım küçük yüzler…

Yeni kurbanlar arıyor…
Onlar neden ölüp gitti, hatırlıyor musunuz?
Onları ölüme sürükleyen “şeytan” nerede şimdi? Hangi delikte yeni bir kurban için ağlarını örüyor? Yurtdışında bir yaz okulunda mı, güney sahillerinde tatilde mi, yoksa perdeleri sıkı sıkıya kapatılmış bir odada bir bilgisayar klavyesinin başında “chat” mi yapıyor? Tekrar ortaya çıkıp zaferini gazete manşetlerinde kutlayacağı günü mü bekliyor?
Geçenlerde Milliyet’te hepimizi derinden sarsan bir çocuk intiharına yol açan bir dizi fotoğraf yayımladık. “Şeytan”ın nasıl çalıştığını, kurbanlarını nasıl eline geçirdiğini gösteren bir dizi fotoğraf…
Bu fotoğrafları yayımlarken çok eleştirileceğimi biliyordum. Nitekim öyle oldu.

Çok tepki gördük…
Çıplak ve acımasız bir gerçekle karşılaşıp, bununla yüzleşmek istemeyen birçok kişinin tepkisini çektik. Gazetemizin “okur temsilcisi” bile bu kesimden gelen tepkilerden etkilendi, gazetenin yazıişlerini eleştiren bir yorumu yine Milliyet’te yayımladı.
Bunların olacağını biliyordum. Hatta yazılanları sonuna kadar okuma alışkanlığı olmayan bazı kişilerin “Hani Milliyet intihar haberlerine yer vermeyecekti” eleştirilerini yapacaklarını da…
Evet, Milliyet “sonuçlanmayan” intihar girişimleri ile ilgili haberlere artık hiç yer vermiyor. Amacına ulaşan intihar haberlerini de “örnek olmasın” diye yayımlamıyoruz. Bir tek istisnası var bunun, dikkatli okuyucular hatırlayacaklardır: Eğer intihar satanizm gibi toplumsal bir nedenden kaynaklanıyorsa, intihar eden kişi toplumun yakından tanıdığı birisiyse bu haberleri yayımlıyoruz.

Unutulmasın istiyoruz
O fotoğrafları yayımlamamızın nedeni “şeytan”ın hala aramızda olduğunu herkese bir kere daha hatırlatmaktı.
Kimlere mi? Okul yöneticilerine, öğretmenlere, okulların psikoloji danışmanlarına… Emniyet görevlilerine… Savcılara… Ailelere ve çocuklarımıza…
Biz sadece sonuçları gördük. Sadece onların ızdırabını yaşadık, sonra unuttuk.
Bu çocukları intihar eşiğine getirip, ölüme yollayanlar ne oldular? Hala yakalanıp cezalandırılmamış olmaları, onları yeni kurbanlar aramak için cesaretlendirip, teşvik etmiyor mu?
Okul idareleri, öğretmenler gözlerini açabildiler mi? “Benim okulumda böyle şey olmaz” mı diyorlar hala? Aramızdan kaç kişi “benim çocuğum böyle kişilerle arkadaşlık yapmaz” diye avutuyor kendini? Gözlerimizi kapatmak, var olan gerçeği yokedebilir mi?

Gerekli sorular soruluyor mu?
Sadece siyah tişört giyenleri, dövme yaptıranları suçlu gibi toplamakla polis işini yapmış oldu mu? Emniyet, bunun klasik asayişi koruma hizmetinden farklı bir yön taşıdığını, uzmanlık istediğini anladı mı? Personelini bu konuda eğitmeye başladı mı? Savcılar, bu karmaşık psikolojik sorunu çözebilmek için üniversitelerle ortak çalışmalar yapıyorlar mı? Savcılar, sorgulamada uzman psikologlardan yararlanıyor mu? Üniversite hocaları asistanlarını bu korkunç olay üzerine çalışmaya teşvik ediyorlar mı? Her çocuğun girebileceği klasik bir depresyon vakasıyla, satanizmin sonuçları arasındaki farkı analiz edebilecek bilgi ve donanıma sahipler mi?
Ben gazeteci olarak kendime sormam gereken soruları sormaya devam ediyorum. Eleştirilme ve kınanma pahasına da olsa sormaya devam edeceğim.
Bu olayla doğrudan ilgili meslek sahipleri; öğretmenler, polisler, savcılar ve aileler bu soruları kendilerine sorma cesaretini gösterebiliyorlar mı?
Yoksa verecekleri yanıtı kendileri de beğenmeyeceklerini bildikleri için hiç sormamayı mı tercih ediyorlar?