Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili kararı eleştirirken, aynı konuşma içinde şu iki cümleyi kullandı:
1 – “Bana göre sınırsız medya özgürlüğü olamaz. Dünyanın başka yerinde de medyaya sınırsız özgürlük yoktur.”
2 – “İstihbarat örgütlerinin sınırsız diyebileceğimiz yetkileri vardır. İstihbarat örgütleri her hangi bir savcının rahatlıkla müdahale edebileceği bir örgüt değildir.”
Cumhurbaşkanı’nın tarif ettiği böyle bir düzene, her hangi bir batılı demokraside rastlayabilmek mümkün değil.
Çünkü o ülkelerde birincisi ifade özgürlüğünü engellemek diye bir şey söz konusu değil, ikincisi kimse hukukun üstünde değil!
Böyle bir duruma Arap Baas rejiminin geçerli olduğu ülkelerde rastlanırdı.
Birincisi medya baskı altında tutulurdu ki kimse nelerin olup bittiğini tam olarak öğrenemesin, rejim ne diyorsa herkes onu kabul etsin.
İkincisi istihbarat örgütleri güçlü olurdu ki kafasını kaldırma ihtimali olan muhalifler takip edilebilsin, gerekirse işkenceden tutun da öldürmeye kadar her türlü tedbir serbestçe alınabilsin!
Yıkılıp giden Saddam rejimi de böyleydi, bugün ayakta zor duran Esad rejimi de!
Zaten dikkatle bakın, dünyanın neresinde bir baskı rejimi varsa en belirgin iki özelliği de bunlardan başkası değildir.
Basın baskı altındadır, istihbarat örgütleri muhalifleri bastırmak için ülkede en korkulan ve hesap vermeyen bir güçtür.
Cumhurbaşkanı, bu ifadeleri ağzından kaçırmış değil. Bilerek ve inanarak bunları söylüyor.
Merak ediyorum, acaba AKP’nin içinde demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden yana olan her hangi bir kişi kaldı mı diye?
————————-
 
“Paran kadar konuş” hukuku
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi ile ilgili sözleri, aslında yeni bir durumun ifadesi değil.
Göreve başlarken uymak için namusu ve şerefi üzerine yemin ettiği Anayasa’ya uymak konusunda bir takıntısının olmadığını da biliyoruz.
Çünkü onun kafasının içindeki Türkiye, her şeye kendisinin karar verebileceği bir ülke.
Gerektiğinde Başbakan olabiliyor, gerekirse yargıçların yerine, isterse savcıların yerine geçebiliyor.
İsterse TOKİ Genel Müdürü’nün yetkileri de onun, Merkez Bankası Başkanı’nın da.
Gençliğin nasıl yetiştirilmesi gerektiğini de o biliyor, çiftlerin kaç çocuk doğurması gerektiğini de!
Zaten bu nedenle “Türk tipi Başkan” olmak istiyor.
Çünkü “başka tip” Başkan olursa, biliyor ki bu yetkilerin hepsini birden kullanabilmesi mümkün değil.
Onun için uymak konusunda kendisinin hiç bir kuralıyla bağlı olmadığını düşündüğü Anayasa’nın da değişmesini istiyor.
Bundan önce yaşadıklarımıza bakacak olursak, bundan sonraki adımının ne olabileceğini de tahmin edebiliriz.
Cumhurbaşkanı ne zaman böyle durumlardan şikayet ettiyse, eğer o durum bir kanun ya da yönetmelik vs. ile değişebiliyorsa, TBMM emrinde.
Torbanın içine bir kanun maddesi atılıp, Cumhurbaşkanı mutlu edilmeye çalışılıyor.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyu düzenleyen kanunun da yakında değişeceğini bu nedenle tahmin edebiliriz.
Çünkü bu başvuru olanağı kaldırıldığında, hak ihlalinden şikayet edenler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidecekler.
O konuda Cumhurbaşkanı’nın, Balyoz başvurularının Anayasa Mahkemesi’nde kabul edilmesinin ardından söylediklerini hatırlarsak, nasıl bir yol izleyeceğini de görebiliriz.
Şöyle diyordu: “AİHM lehlerine bile karar verse biz Türkiye olarak belli bir bedel öderiz, yine orada kalmaya devam ederler. Olayın aslı bu. Yani içeriden çıkamazlardı.”
Yani diyor ki “money talks”! Neyse parasını verir, içeride tutmaya devam eder!
———————————–
 
Kopyacı hakimlerin verdiği kararlar
 
Adalet Bakanlığı müfettişlerinin yaptığı bir inceleme, 2013 yılındaki idari yargı sınavında 49 idari yargı hakim adayının kopya çektiğini ortaya koydu.
Adayların matematik sınavında soruları önceden öğrendikleri iddia ediliyor.
Bununla ilgili olarak savcılığa suç duyurusunda da bulunulmuş.
Daha önce de HSYK, kopya çektiği belirlenen 36 hakim adayının mesleğe kabul kararını kaldırmıştı.
AKP iktidarı döneminde nasıl bir ülke haline getirildiğimizin göstergesi bu.
Yargıç olup, adalet dağıtacağına güvenmemiz gereken insanlar, daha yola çıkarken kopya çekiyorlar, başkalarının haklarını çalıyorlar.
Eğer, Fethullahçılar ile AKP’nin arası bozulmamış olsaydı, bu insanlar hakimlik yapmaya da devam edeceklerdi.
Bu bugün ortaya çıkıyor ama unutmayın ki bu sınavlarda haksızlık yapıldığı, soruların çalındığı, kopya çekildiği iddiaları o vakit de biliniyordu ama araları iyi olduğu için hükümet kılını kıpırdatmıyordu.
Tabii bu sözde hakimlerin, karar verdikleri dosyalarda ne tür haksızlıklar yaptıkları, cemaat ya da iktidar çıkarına nasıl haksız kararlar vermiş olduklarını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Çünkü o zaman zülfü yâre dokunan bilgiler ortaya çıkabilir, bunu da hükümet elbette istemez.
HSYK, haftada bir bana tekzip gönderip, tarafsız olduğunu iddia ediyor.
Hadi buyurun, tarafsızlığınızı kanıtlama fırsatı çıktı.
Bu hakimler hangi kararlara imza attılar, kimlerin haklarını yediler, kimlere menfaat sağladılar?
Bir soruşturma yapın ve dürüstçe açıklayın, ne dersiniz?
—————————-
