Elinizde tuttuğunuz gazetenin piyasaya çıktığı gün, siyasi aktörlerin hepsinin “demokrasi tarihimizin en önemli seçimi” dedikleri seçime sadece 36 gün kalmış olacak.
1973 seçimlerini “politikaya meraklı heyecanlı genç” olarak yaşadım, o tarihten sonraki bütün seçimlerde gazeteciydim.
Ve şunu söylemeliyim ki bütün bu süreç boyunca bu kadar heyecansız ve anlamsız seçim kampanyalarına hiç tanık olmadım.
Bir yandan da kulağımda parti liderlerinin bu seçimin neden “demokrasi tarihimizin en önemli seçimi” olduğunu açıkladıkları sözler yankılanıyor.
Ama sokaklara taşan bir heyecan da gözlemlemiyorum.
Düşünün ki son bir haftayı bir “seccadeye bastı – seccadeyi görmedi” tartışmasıyla geçirdik.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuda önemli bir maden bulduğunu düşünüyor belli ki.
Tartışma soğur gibi olurken katıldığı bir iftarda kendisine seccade armağan ettirdi. Alırken de “üzerinde şükür namazı kılacağını, ayakkabıyla basmayacağını” söyleyerek tartışmayı alevlendirmeye çalıştı.
Yapmaya çalıştığı şey çok açık: Din, bu seçimlerde de siyasetin merkezinde yer alacak, seçmenler “dindar” olana / görünene oy vermeye teşvik edilecek vs.
Dindarlık tartışması merkeze alınınca Erdoğan’ın kendisinin öne çıkacağını düşündüğü belli.
Ben karar veremedim, kim daha dindar diye: Erdoğan mı, Karamollaoğlu mu, Babacan mı, Davutoğlu mu, Erbakan Jr. mı?
Bu seçimin belirleyici unsuru, son seçimlerdeki gibi yine kimlikler ve kültürel değerler üzerinden yaratılan çatışma mı olacak?
Öyle görünüyor ki Erdoğan’ın bu soruya yanıtı “evet”!
Peki bu hesabı tutabilir mi?
Oyların yüzde 53’ünü alarak seçilmişti, bugünkü ciddi araştırmalara göre oyu yüzde 38 – 42 aralığında görünüyor.
Erdoğan, son seçimden günümüze, bu kadar oyu neden kaybetti?
Oyunun böylesine düşmesinin nedeni, AKP’den kopan kitlelerin Erdoğan’ın dindarlığında bir azalma tespit etmiş olmaları mıdır?
Haşa! Elbette böyle bir azalmanın varlığından söz edemeyiz, Erdoğan beş yıl önce ne idiyse, bugün de o.
Peki Erdoğan, kendisinden kopan bu kitleyi “ben daha dindarım, Amerika’ya da gününü göstereceğim, İsrail’e de” diyerek geri çevirebilmesi mümkün mü?
O kitle neden kopmuştu, şimdi neden geri dönsün?
Yanıtı genelleyebiliriz: AKP’den kopan kitlenin önemli bölümü ekonomik gerçekler yüzünden koptu. Elbette kendilerine dayatılan hayat biçiminden memnun olmayan genç / yeni seçmeni de bunlara eklemek gerek.
Ve AKP liderinin bu kitleyi ikna etme kabiliyeti artık yok.
Şapkada tavşan kalmadı, seçim ekonomisi uygulayarak fakirleşmeyi durdurup, geri çevirebilmesi de mümkün değil.
Kendisi de bu gerçeği içselleştirdiği için tek ümidi seçimi ikinci tura bıraktırabilmek.
İkinci tura kaldığında kendi arkasındaki blok ve homojen oyun, Kılıçdaroğlu’nun oy tabanından en azından bir fazla olacağını tahmin ediyor ve buna oynuyor.
Birinci turda parti tercihleri nedeniyle kendisine yönelmeyeceğini gördüğü muhafazakâr seçmenin, ikinci turda oy kullanmaya gitmemesinin bile yeterli olacağını hesaplıyor.
Muharrem İnce faktörü de bunun için önemli.
Seçimin ikinci tura kalabilmesi için İnce’nin ne kadar oy alması lazım?
Araştırmalar “Erdoğan’a kesinlikle oy vermem” diyen kitleyi yüzde 58 – 62 aralığında gösteriyor.
Seçimin ikinci tura kalması için İnce’nin en az yüzde 10’ civarında oy alabilmesi gerekecek.
İnce böyle bir oy alabilir mi, alamaz mı?
Geçtiğimiz hafta açıklanan bir araştırmaya göre İnce yüzde 13’e kadar çıkabilir.
Kişisel tahminim İnce’nin bu düzeye ulaşabilmiş olmasının nedeni araştırmanın tam da Meral Akşener’in gidişli / gelişli günlerinin hemen ardına rastlaması.
Millet İttifakı’nın seçim kampanyasının başarı ya da başarısızlığının İnce’nin oyunu ve seçimin ilk turda bitip bitmeyeceğini göstereceğini söyleyebilirim.
Burada bir soru daha ortaya çıkıyor: İlk turu ikinci olarak geçebilmiş bir Erdoğan’ın ve taraftarlarının psikolojik üstünlüğü kaybetmiş olmaları, ikinci turdaki oy davranışlarını nasıl etkiler?
Erdoğan’ın ilk turu ikinci olarak geçebilmesi “yenilmez” görüntüsünün yerle bir olması demek ve sadece bu tablo bile ikinci turu kaybetmesine neden olabilir.
Seçimleri kazananlar, bunu her zaman kendi becerileriyle başarmazlar. Seçimdeki rakiplerinin hataları, başarısızlıkları, doğru politik söylem tutturamamaları da seçim kazanmayı sağlayabilir.
Erdoğan hem İstanbul’a Belediye Başkanı olurken hem de kurduğu partiyle TBMM’de tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa ulaşırken bu sonuçlara kendi çabasıyla olduğu kadar rakiplerinin başarısızlıkları ve aymazlıklarıyla da ulaşmıştı.
Şimdi bunu merak ediyorum: Çekirge üçüncü kez sıçrayıp, rakiplerinin eksiklik ve hatalarından yararlanarak seçimi bir kez daha kazanabilir mi?
Burada belirleyici olan tek şey Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın yürüttüğü kampanya olacak.
Görebildiğimiz kadarıyla söylem bütünlüğü oluşturulabilmiş değil. İttifak, homojen bir bütünlük göstermiyor.
Her parti kendi propagandasını yürütüyor gibi bir görüntü var.
Oysa seçime 36 gün kala bütün liderlerin meydanlarda olması gerekirdi.
Büyük merkezlerde altısının birden kürsüde yan yana olacağı türden büyük mitingler de başlamalıydı.
Bunun yapılmadığını görüyoruz.
Bilmiyorum Trabzon deneyimi, Kılıçdaroğlu’nun kampanyasını yönetenlere bir şey söyledi mi?
Trabzon’da Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ile bir “çadır” toplantısı yapacaktı.
Kimin aklına geldi bu çadır fikri, gerçekten ilginç.
Valilik, “Kılıçdaroğlu’nu engelleyeceğim” düşüncesiyle çadır kurulmasını yasaklayınca, iş ister istemez bir açık hava toplantısına dönüştü.
AFAD da elinden geleni yaptı, toplantı saatinde Trabzon’da fırtına beklendiğini filan açıkladı ama işe yaramadı, toplantı bir meydan mitingine dönüştü.
Vali Bey, Erdoğan’ın gözüne gireceğim derken CHP yöneticilerine bu işi nasıl yapmaları gerektiğini göstermiş oldu.
Görebildiler mi, emin değilim.
Bu hafta artık milletvekili aday listeleri de kesinleşecek ve seçimde deyim yerindeyse son düzlüğe girilecek.
Bu son düzlükte muhalefetin öne geçebilmesi ancak seçmenle sıcak temasla mümkün.
Mitingler, sokaklarda vatandaşlarla yüz yüze gelmek bu temas için şart.
Erdoğan açılışları, temel atma törenlerini bir mitinge dönüştürürken muhalefetin “sosyal medyaya” bel bağlaması, twitter ile Türklerin ana haber kaynağı televizyonla rekabet edebileceğini sanması, Erdoğan’ın üçüncü kez sıçramasına yol açabilir.
Türkiye’nin bugün geldiği ortamda muhalefetin, Erdoğan’ın kurduğu “kimlikler ve kültürel çatışmalar” tuzağından çıkabilmesi için sesini herkese duyurabilmesi gerek.
Altı liderin bu son 36 günde evlerine hiç girmemeleri ve meydanları birlikte doldurup, söz birliği etmeleri gerekiyor.
Dağınıklık, herkesin kendi propagandası peşine düşmesi, kimin aklına geldiyse büyük mitingler yapmamak Erdoğan’a yarar.
Birlik, ortak propaganda, ekonomik sorunlara çözüm vaadi ve heyecanı sokaklardan evlere taşıyacak büyük mitingler Kılıçdaroğlu ve muhalefete yarayacaktır.
Şunun altını çizmeliyim: Erdoğan, bu seçimi etkileme, yönetme yeteneğini kaybetti.
Seçimi Kılıçdaroğlu kazanır ya da Kılıçdaroğlu kaybeder.
—————————–
