Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kan kusturur, “kızılcık Şerbeti” seyrettirmez

Kan kusturur, “kızılcık Şerbeti” seyrettirmez

Bir önceki hafta mahkeme kararıyla izlenebilen Kızılcık Şerbeti isimli dizi, bu hafta bir başka mahkemenin kararıyla son anda yayından kaldırıldı.

Böylece ilk kez canlı yayında sansür uygulanmış oldu ki Rabbim bunu da memleketin “İslamcılarına” nasip etti.

Yayından kaldırılan dizinin yerine RTÜK tarafından yollanan bir belgesel yayınlandı: İslamofobi!

Ders niteliğinde bir karar ve uygulama! Neden böyle söylediğimi anlatmaya çalışacağım.

Müslümanlara yönelik ayrımcı, kin ve nefret içeren her şeyin bir toplamı olan İslamofobi, birbirinin karşıtı gibi görünen iki ana kaynaktan beslenir:

Birisi Batı’nın yabancı düşmanlığıyla öne çıkan ırkçı ideolojisi ise ikincisi de İslam adına cinayetler işleyen, tek tip bir İslam inancını içinde bulundukları toplumlara şiddet yoluyla dikte eden İslamcı ideolojilerdir.

Bunlar birbirine karşıymış gibi görünen kardeşlerdir aslında.

Batılı popülist sağcıların elinde ezilen kitlelerin nefretini Müslümanlara yöneltmeye yarar.

İşsiz misin? Nedeni Müslümanlardır. Ücretinden mi yakınıyorsun? Nedeni Müslüman göçmenlerden başka kim olabilir ki?

İslamofobi, sistemden kaynaklanan sorunların görülmesini önlemek için ezilen kitlelerin gözlerine bağlanan bir bağ görevi görür.

Öte yandan İslamofobi, Batılı popülistlerin ikiz kardeşi sayılması lazım gelen Müslüman popülistlerin elinde ezilen kitlelerin nefretini “kapitalist” Batı’ya yöneltme işlevi görür.

İşsiz misin? Müslümanlara çelme takan Hristiyan “kapitalistler” yüzündendir. Pahalılığın nedeni o namussuz Hristiyanlar ya da memleketteki yerli işbirlikçilerinden başka kim olabilir?

“Kapitalist” kelimesini tırnak içine aldım çünkü Müslüman popülist ideolojinin aslına bakarsanız kapitalizm ile bir alıp veremediği de yoktur.

Kapitalizme karşıtlığı dillerinden düşürmezler ama sermayenin hâkim olduğu bir ekonomik düzen ile ilgili tek problemleri sermayenin kendilerine ait olmasıyla ilgilidir.

İslamofobi, kapitalizmin kaçınılmaz dönemsel krizlerine, bunalımlarına sorumlu tayin etmek için kullanılır.

Hristiyan Batı’da da Müslüman Doğu’da da bu iş bunun üzerinden yürür.

Siyasal İslamcılar da bu konuda üzerlerine düşeni yerine getirmek için adeta çırpınırlar.

Çok uzak bir geçmiş olmadığı için hatırlarsınız.

Sezen Aksu’nun bir şarkısında geçen “cahil Âdem ile Havva” sözleri üzerine başlayan tartışmaya, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şu sözlerle katılmıştı. Bu sözleri söylediği yerin bir cami olduğunu da hatırlatayım:

“Hakaretlerin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Âdem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir.”

Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu bir ülkenin başındaki kişi, bir ibadethanede “dil koparma görevinden” söz ediyor.

Bundan da bir yıl önce 25 Ekim 2019 günü Cuma namazını Büyük Çamlıca Camii’nde kıldıktan sonra camiden çıkarken hocanın elindeki mikrofonu aldı, Kur’an’ın Fetih Suresi’nden bir ayet okudu ve şunu söyledi:

“Vellezine meahü eşiddau alel kuffari. Küffara karşı şiddetli olmamızı Rabbim bizlere emrediyor. O bizler kim? Muhammed ümmeti. Dolayısıyla kendi aramızda da merhametli olmamızı bize emrediyor. Kendi aramızda merhametli olacağız. Küffara karşı da şiddetli olacağız. Suriye’de olduğu gibi. İnşallah Suriye’de Rabbim bizlere vadetti. Nasrun minallahi ve fethun karib ve beşşiril mu’minin.”

Kafanız karışmış olmalı, değil mi? Suriyeliler de Müslüman değil miydi?

Suriyelileri neden Müslüman saymadığını, Emevi Camii’nde Cuma namazı kılma hayallerinin “psikolojik kaynağını” biliyoruz.

Çünkü Suriye rejiminin savunucuları, Sünni değiller.

Böylece “küffar” cephesi genişletiliyor: Hristiyanların, Budistlerin, Yahudilerin yanına Sünni olmayan Müslümanlar da ekleniyor.

“Tek tip bir din inancın” gerekirse silah zoruyla dayatılmak istenmesinin bir örneği bu ve İslamofobi denilen şeyi besleyen ideolojiye verimli bir zemin yaratıyor.

RTÜK’ün belgeselinde bunları görmedik.

İslam’ın evrensel mesajının barış, kardeşlik olduğunu öğrendik ancak “dilinin koparılacağından, şiddet göreceğinden endişelenecek küffarın” İslam ile ilgili olarak nasıl düşüncelere sahip olacağını izleyemedik.

Bu nedenle eksik bir belgesel olmuş.

“İslamofobinin büyümesinde kendisini Müslüman olarak tanımlayan aşırılıkçıların rolü” gibi bir başlığa sahip olması gereken bölüm atlanmış.

Bu belgeselin Türkiye’de, Türklerin izlediği bir televizyon kanalında izlettirilmesi de bu nedenle absürt.

Zaten anlaşılıyor ki bu belgeseli Türklere zorla seyrettirmek isteyenlerin derdi de başka.

Onların derdi, bu memlekette yaşayanların neyi seyredip, neyi seyredemeyeceklerine kendilerinin karar vermesi.

Hangi kitabı okumamız hangisini okumamamız gerektiğine de karar vermek istiyorlar.

Çünkü kendileri gibi düşünmeyenlerin varlığına tahammülü yok.

Düşünün bu memleketin önde gelen siyasal İslamcılarından da olsalar, sırf kadın oldukları ve erkek zulmüne itiraz ettikleri için “cehennem soğuyuncaya kadar” yakılmak isteniyorlar.

Dizinin yerine belgeselin yayınlanmasının hepimize verdiği ders bu: Bunları ya şimdi durduracağız ya da çok uzun yıllar Türkiye’ye orta çağı yaşatacaklar. Tıpkı Afganistan gibi, İran gibi…

————————————-