12 Eylül ile hesaplaşmak ve samimiyet!
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “Gelin 12 Eylül’ü yargılamak için Anayasa’da değişiklik yapalım” çağrısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ciddiye alınmamıştı.
Ama dünden itibaren bu işin artık ciddiye bindiğini AKP de kabul etmiş olmalı.
Şimdi çok karmaşık bir süreç başlayacak.
Eğer iki parti de gerçekten samimiyse bundan sonraki süreç, Anayasa’nın ilgili maddesinin değiştirilmesiyle başlayacak.
Sonrası ise tam bir karmaşa.
Yargılanacak olanlar sadece o günkü darbeyi gerçekleştiren komutanlar mı, yoksa değişik kademelerde, darbenin yapılmasında görev alan herkes mi?
İllerde yönetimi devralan sıkıyönetim komutanları ne olacak?
Yaşı küçük çocukları idama gönderen hákimleri ve savcıları da kapsayacak mı?
Zamanaşımı söz konusu olacak mı?
Soruları bu sayfa boyunca uzatabilmek mümkün!
Ama bu arada 12 Eylül’ün miras bıraktığı bütün kurumlar, olanca güçleriyle ayakta kalacaklar.
YÖK’ten tutun da Atatürk Dil ve Tarih Kurumu’na kadar hepsi!
Aradan 29 sene geçtikten sonra Türkiye’nin 12 Eylül ile hesabını kesmesi gerekiyorsa, yapacağı şey 12 Eylül Anayasası’ndan ve bu Anayasa’nın getirdiği kurumlardan kurtulmaktır.
Anayasa değişikliği konusunda masaya bile oturmayan CHP’nin, “12 Eylül’ü yapanları yargılayalım” girişimi, bu tavrıyla çelişmiyor mu?
12 Eylül kurumlarını, büyük bir zevkle ve iştahla kullanan hükümet açısından da aynı çelişki yok mu?
Suçlu, bu sefer de kurtulmasın
İstanbul’da adları kamuoyunda da bilinen kabadayıların karıştığı cinayet soruşturmasını herkes gibi gazetelerden izliyorum.
Dün dikkatimi çeken şey şuydu: Cinayetin işlendiği silah polisin elinde bulunuyor ve laboratuvarda inceleniyor.
Üç zanlının, ilk ifadelerde birbirlerini suçladıkları da haberin diğer ayrıntısı! Her biri, diğerini suçluyor.
Elde silah olduğuna göre, parmak izleri de olmalı.
Bir parmak izinin bu kadar geç tespit edilmesi mümkün müdür?
Bakın, “belge soruşturmasında” suçlanan albayın imzasıyla kriminolojik inceleme yıldırım hızıyla yapıldı ve ertesi günün gazetelerinde albayın değişik belgelere attığı değişik imzalar bile yayımlanabildi.
Kimseyi suçlamak istemem ama bu cinayet soruşturmasında, gerçek suçlunun suçu bir başkasının üzerine yıkma olasılığı, aynı kişilerin karıştığı geçmişteki olaylara bakınca açıkça görülüyor.
Dileyelim ki bu sefer de aynı şey olmasın!
Bir soruşturma neden sızdırılır?
DENİZ Feneri Derneği Genel Başkanı Engin Yılmaz, Almanya’daki bağış dolandırıcılığı davasıyla ilgili olarak savcılara 2.5 saat süren bir ifade verdi.
Gazetelere yansıyan haberler, Yılmaz’ın Almanya’daki dernekle Türkiye’deki dernek arasındaki ilişkiler konusundaki soruları yanıtladığını anlatıyor.
Bütün bilgi bundan ibaret! Tam da olması gerektiği gibi!
Farkındaysanız, Ergenekon Soruşturması elek gibi, her şey dışarı sızabiliyor. Ama Deniz Feneri’nde yasalara uygun bir süreç işliyor.
Bunca yıldır gazetecilik yapıyorum. Eğer böyle önemli bir soruşturmada belgeler, bilgiler, ifadeler bu kadar kolayca dışarıya sızabiliyorsa bunun bir tek nedeni vardır: Savcı ya da polis, bir yandan da davayla ilgili olarak kamuoyu yaratmaya çalışıyordur!
Bunun değişik nedenleri olabilir:
Savcılık ya da polis, ulaşabildiği bilgilerle davayı “hukuk sınırları içinde” bitiremeyeceğini düşünüyor olabilir. Belge sızdırılır ve mahkûmiyeti kamu vicdanının vermesi beklenir.
Bir diğer olasılık, bazı bilgilerin ucunu göstererek, takipteki şüphelilerin paniğe kapılmasını ve o panikle açığa çıkmasını sağlamak olabilir.
“AKP’yi ve Fethullah Gülen’i bitirme planı” diye bilinen belgenin sızdırılması, bana daha çok birinci grupta değerlendirmeli gibi geliyor.
Bu soruşturmayı şu anda devralan savcılık, belge sızmadan önce bu belgenin sahibiydi.
Bugün yapacağı bütün soruşturmayı belge basına sızmadan önce yapabilirdi.
Şüphelilerin tedbir almalarına fırsat vermeden soruşturma derinleştirilebilirdi.
Savcılığın bu soruşturmada, bugüne kadar yaptıklarıyla sınıfta kaldığını düşünüyorum.