Serbest rekabetin önemi
GSM operatörleri arasında “serbest dolaşım” hakkı başladığından beri cep telefonu faturalarımızın ne kadar küçüldüğünü hepimiz görüyoruz.
Binlerce sayfa kitapta anlatılabilecek bir şeyi Türk halkı kendi küçük deneyimiyle öğrenmiş oldu.
Serbest rekabetin tüketici haklarının korunması için ne kadar yararlı olduğunu böylece görmüş olduk.
Eskiden son derece karmaşık olan tarifeler de giderek sadeleşiyor.
Dün Vodafon Türkiye’nin CEO’su Serpil Timuray ile bir toplantıda karşılaştım. Aynı şeyi ondan da duydum. “Göreve başladıktan sonra en yoğun mesaimi GSM operatörlerinin tarifelerini anlamaya ve çözmeye çalışmaya ayırdım” dedi.
Hiç şaşırmadım, çünkü bu sorunu biz gazeteciler de yaşıyoruz. Tarifeler arasında bir karşılaştırma yaparak, okuyuculara en uygun tarifenin hangisi olduğunu duyurma çabalarımız, tarifelerin karmaşık formülleri arasında boğulup gidiyor.
Timuray, sorunun çözümünün “şeffaf tarife”de olduğunu anlattı. Tüketicinin bir tarifeyi seçtiğinde “tam olarak” ne ile karşı karşıya kaldığını gösterecek şeffaflıkta bir tarife!
Timuray, “Bu konuda yoğun olarak çalışıyoruz, dürüst bir iletişim kurmaya çalışıyoruz” dedi.
Cep telefonuma gelen reklam duyurularından nasıl kurtulacağımı sordum, “Bizim önleme olanağımız yok ne yazık ki” yanıtını aldım.
Ben de kişisel olarak şunu merak ettim: Telekomünikasyon Yüksek Kurulu ve Tüketiciyi Koruma Genel Müdürlüğü, bu konuda ne yapıyor?
Dostlar güvenlik aramasında görsün!
BÜYÜK iş merkezlerine, alışveriş merkezlerine ve son yıllarda giderek yaygınlaşan “rezidanslara” girerken, aranıyorum. Herkes gibi!
Bir ayna ile otomobilimin altına bakıyorlar, bagajını açtırıyorlar. Ne görebiliyorlar anlayamıyorum ama “Madem kural var, uymalıyım” diye düşünüyorum.
Binalardan içeri girerken özel bir kapıdan geçiriyorlar. Cep telefonumu, anahtarlarımı vs çıkarttırıyorlar. Onu da anlamıyorum, çünkü bazen hile yapıp üzerimdeki metal eşyaları çıkartmıyorum, güya metali bulacak kapıdan sessiz sedasız geçip gidiyorum.
Her seferinde bu önlemlerin “gerçek bir tedbir” olmaktan daha çok “zaten kurallara uyan vatandaşlara yönelik bir bezdirme yöntemi” olduğunu düşünüyorum.
Nitekim dünkü gazetelerde yayımlanan cinayet haberi ucundan kıyısından da olsa haklı olduğumu gösteriyor. Son derece “sıkı korunan” bir iş ve yerleşim merkezinde, eli silahlı kabadayılar bir kişiyi öldürdüler.
O binaya girerken o malum kapıdan geçtiler ve yürüyüp gittiler. Hem girerken, hem çıkarken!
Bu durumun sadece o binaya özgü olmadığına da eminim.
Bu kurallar, hepimizin güvenliği için konuluyor ama öyle görünüyor ki suç işlemeye eğilimli ve “donanımlı” kişileri engellemeye yetmiyor.
Madem bu işte asıl eziyeti biz sade vatandaşlar çekiyoruz, görevlilerden sorumluluklarının bilincinde olmalarını talep etmek de hakkımızdır.
’Sivil savcı’ isteyenlerin gönlü oldu
GAZETELERE “AKP’yi ve Fethullah Gülen’i bitirme planı” şeklinde yansıyan “belge”nin, Genelkurmay Başkanlığı’nda hazırlanmadığı açıklandı.
Askeri savcılığın açıklamasında “Belgenin karargáhta düzenlenmediğinin tespit edildiği, elektronik ortamda ve yazılı kayıtlarda bununla ilgili herhangi bir bilgi, belge, emir ve emareye rastlanmadığı” söyleniyor.
Askeri savcılık, dosyayı “görevsizlik” kararıyla “sivil savcılığa” gönderdi.
Böylece “Neden askeri savcılık araştırıyor, sivil savcılık araştırsın” diyenlerin dileği de yerine gelmiş olacak.
Belgenin bulunduğu iddia edilen avukat bürosundaki bilgisayarlar ve her türlü kayıt sivil savcılığın elindeydi zaten.
Şimdi esaslı bir soruşturma gerekiyor.
Bu belgenin kaynağının bulunması, her açıdan büyük önem taşıyor.
Sahteyse neden üretildiğini, gerçekse kimlerin hangi amaçla düzenlediğini öğrenmek zorundayız.
İşe yarayacağını sanmıyorum ama söylemiş olayım: İnsanları peşinen suçlu ilan eden “sızdırma taktiklerine” hiç olmazsa bu soruşturma süresince başvurulmasa iyi olur!