Önce belgeyi sızdıranı bulmalısınız
GENELKURMAY başkanlarının sık sık basının karşısına çıkıp konuşmasını doğru bulmadığımı kaç kere yazdım bilemiyorum.
Bu tablo, demokratik bir ülkede hemen hiç rastlanmayan bir durumdur.
Ancak bu kez Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşması kaçınılmazdı.
Silahlı Kuvvetleri zan altında bırakan önemli bir iddia var ve bu iddiayı yanıtlamak, TSK’nın kurumsal yapısı içinde ona düşen bir görevdi.
Nitekim basın toplantısında kuvvet komutanları ve Genelkurmay’daki en üst düzey komutanların basın toplantısında hazır olarak bulunmaları da TSK’nın iddialar karşısındaki hassasiyetini ortaya koyuyor.
Belge ile ilgili olarak üç olasılıktan söz edebiliriz:
1- Belge, gerçekten ordu içindeki bir grup tarafından hazırlanmış olabilir.
2- Belge, orduyu yıpratmak amacıyla belli bir çevre tarafından düzenlenmiş olabilir.
3- Ergenekon soruşturması kapsamındaki iddialara dayanak olan belgelerin değerini düşürmek için bir tuzak olarak hazırlanmış olabilir.
Askeri savcılık, birinci olasılığın geçerli olmadığını tespit ettiğini bildirdiğine göre şimdi İstanbul’daki savcılığın diğer olasılıkları da göz önünde tutması gerekiyor.
Yani belge sızdırılmadan önce ne yapılması gerekli idiyse, onun yapılması gerekli.
Ve elbette gazetelere belge bilgi servisinin kimler tarafından, neden yapıldığını da savcılığın soruşturması ve kamuoyunu tatmin edecek şekilde açıklaması da gerekli.
Sızıntının kaynağı ve nedeni bulunursa, bu tür belgeleri kimlerin kullanmak üzere imal ettiğini ya da belgelerin gerçekliğini araştırmadan peşin bir suçlama için neden kullandığını da öğrenmiş olacağız.
Tecrübeli bir muhabire kulak verelim
ERGENEKON soruşturmasından beri en büyük merak “Bu bilgiler gazetelere nasıl sızıyor” sorusu.
Çok tecrübeli olan bir adliye muhabirine Deniz Feneri’nden tek satır bilgi gelmezken, Ergenekon’dan nasıl bilgi yağmuru yağabildiğini sordum.
Önce onun anlattıklarını okuyalım:
22 yıldır adliye muhabirliği yapıyorum. Şimdiye kadar böyle bir şey görmedim. Deniz Feneri soruşturmasında ifade vermeye gelen kişilerin kim olduğunu öğrenmek bile problem.
Öyle bir gözdağı verildi ki soruşturmayı yapan savcılar bile gazetecilere en ufak bir bilgi vermeye çekiniyor. Daha önce de benzer soruşturmalarda görev alan ve bürokratlar aleyhine soruşturma yürüten bazı savcılar ile gazetecilerle görüşen savcıların görev yerleri değiştirilerek, kızağa çekildiler.
Bilgisayarlarda sorgulama dahi yapmaya soruşturmayı yapan savcının dışında kimse giremiyor. Sorgulama yapmak istediğinde savcı sadece kendi soruşturma yaptığı evrakı görebiliyor. Bundan altı ay öncesinde savcılar diğer evrakların aşamalarını görebiliyorlardı.
Personelden bilgi sızdırılmasını önlemek için de bir sürü önlem aldılar. Osman Paksüt hakkındaki takipsizlik bilgisini veren memur çocukların yerlerini değiştirdiler. Oysa bu karar zaten iki gün içinde herkesin duyacağı bir şeydi.
Savcılar, özellikle Ankara’da kendi muhabirleri gibi gördükleri Anadolu Ajansı’ndan başka kimseye kolay bilgi vermiyorlar. AA muhabirlerini akşam saatlerinde çağrılıp, kendilerine adeta özel servis yapılıyor.
Bazı soruşturmalar ise bitmek bilmiyor. Mesela Belpa olayında, Belpa Genel Müdürü Yalçın Beyaz hakkında başlatılan haksız servet edinme soruşturması aradan 16 ay geçmesine rağmen hálá sürüyor.
İşte böyle sevgili okuyucular.
Gördüğünüz gibi savcılık isterse, bir soruşturmadan kuş bile uçamıyor. En tecrübeli muhabirler bile alınan önlemleri aşmakta zorlanıyorlar.
Şimdi düşünelim bakalım: Ergenekon soruşturması neden elek gibi?
Amaç yasa dışına çıkmış kişileri yakalayıp, cezalandırmak mı, yoksa bir dezenformasyon bombardımanı altında gerçeğe ulaşılmasını engellemek mi?
Aşk hiç biter mi?
GEÇEN gün odamda artık bir yarım dağa dönüşmüş bulunan “müzik arşivimi” karıştırırken bir ara çok dinlediğim ama sonra nedense unuttuğum bir şarkı ile karşılaştım.
Ezginin Günlüğü grubunun bir şarkısı bu: Aşk Bitti! Söz ve müziği Nadir Göktürk’e ait bir şarkı!
Şöyle başlıyor: “Aşk bitti, elimden sanki minik bir balık kayıp gitti / Aşk bitti, içimden sanki bir şeyler kopup gitti.” Ve sonra soruyor: “Aşk hiç biter mi / Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi?”
Eğer gerçek bir aşktan söz ediyorsak sorunun yanıtı çok açık: Hayır, bitmez! “Aşkın ömrü üç gündür, hayır altı aydır, yok kavuşunca biter” gibi tartışmalara bu nedenle pek yüz vermem. Evet, belki áşık olduğunuz kişiden zaman içinde kopup gitmiş olabilirsiniz. Ama bilin ki ortaklaşa yaptığınız şeyler ile her karşılaştığınızda burnunuzun direğinin sızlamasına da engel olamazsınız.
Bakın şarkı ne güzel anlatıyor: “Kalır adımızla bir sokak duvarında / Bir ağaç kabuğunda, bir takvim kenarında / Kalır bir çiçekte bir defter arasında / Bir tırnak yarasında bir dolmuş sırasında / Kalır bir odada bir yastık oyasında / Bir mum ışığında bir yer yatağında / Aşk hiç biter mi, aşk hiç biter mi?”
Bu hafta sonunda bulabilirseniz Ezginin Günlüğü’nün Ebruli CD’sini alın ve bu şarkıyı bir dinleyin.
Hayatlarımızda en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin ne olduğunu bir kez daha hatırlamak için!