Siyasi iklim çok ısınacak!
DÜN yazımı yazdığım saatte henüz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM açılış konuşmasını yapmamıştı ve doğrusunu isterseniz, tartışmanın ilk günden böylesine hararetlenmesini beklemiyordum.
Hatırlayacaksınız Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Başka unvanla birlikte olacağız” diyerek, 2014’te Cumhurbaşkanı seçiminde aday olacağının ilk açık işaretini vermişti.
Ve biliyoruz ki Erdoğan, yetkileri sınırlı bir cumhurbaşkanlığı ile tatmin olmayacak, mümkünse başkanlık sistemini istiyor. O mümkün olmaz ise yarı başkanlık sistemine de razı. O da olmadı diyelim, “partili cumhurbaşkanı” olmak istiyor ki AKP’deki tüm dizginleri elinde tutmaya devam edebilsin!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün buna ilk günden TBMM kürsüsünü de kullanarak yanıt vermesi altını çizmemiz gereken bir durum.
Gül, “Yeni Anayasa yapım sürecinde, pek çok meselenin ve alternatif anayasal sistemlerin gündeme getirilmesi, bu sistemlerin olumlu ve olumsuz yanlarının irdelenmesi sağlıklı bir tartışmadır. Bu sistemlerin dünyada başarıyla uygulandığı örnekler bulunduğu gibi, ciddi sıkıntılara yol açtığı örnekler de mevcuttur. Önemli olan dünyadaki mevcut örnekleri de dikkate alarak meseleyi kendi bütünlüğü içinde, tüm veçheleriyle tartışmaktır” diyor.
Bu sözlerden başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticilerinin hoşlanmayacağını tahmin etmek zor değil, nitekim canlı yayında AKP’li Burhan Kuzu, “başkanlık sisteminin yanlış bilindiğini” söyleyerek Cumhurbaşkanı’na acele bir yanıt da yetiştirdi.
“Yandaş medyanın” tutumu da ilginçti. Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri, haber metinlerinin içinde satırların arasına başarıyla gizlendi ki genellikle başlık ve spot okuma alışkanlığına sahip okuyucuları bu ayrıntıyı göremesin!
Başbakan’ın konuşmasında yüzünü Ortadoğu’ya dönmüş bir ülke vardı, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının vurgusu Avrupa Birliği ve batıya dönüktü.
Cumhurbaşkanı, AKP içindeki bir kanat tarafından çok eleştirilen Ali Babacan’a ve uyguladığı ekonomik politikaya da açıkça sahip çıkmakta sakınca görmedi.
Cumhurbaşkanı tutuklu milletvekillerinin serbest kalmasını düşünüyor, Başbakan tersini. Ve ilk kez kamuoyu önünde birbirleriyle aynı fikirde olmadıklarını da açıkça ortaya koydular.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bir yandan devleti kimin yöneteceği konusunda bir siyasi yarış olacak ama aynı zamanda perde gerisinde AKP’yi gelecekte kimlerin yöneteceği ile ilgili bir yarışı da içinde barındıracak.
Siyaset ısınmaya başlıyor!
Alex de Souza, Aykut Kocaman, Aziz Yıldırım
FENERBAHÇE’nin iyi futbol oynayamıyor olmasının ilk sonucunun takımın yıllardır en önemli oyuncusu olan Alex’in gönderilmesi olacağı belliydi.
Bizim futbol dünyamızda işler böyle yürür çünkü.
Önce bir–iki oyuncu günah keçisi ilan edilir, gönderilir ya da kadro dışı bırakılır. Baktılar olmuyor, bütün takım gönderilemeyeceği için teknik direktöre sıra gelir. Bütün bunların baş sorumlusu esasen kulübü yönetenlerdir ama sıranın onlara gelmesi başka birçok etkene de bağlı olduğu için bu sıra izlenir.
Yazının başlığındaki isim sıralaması bundan kaynaklanıyor.
Kişisel düşüncem şu ki Alex’in gönderilmiş olması, yöneticilerin teknik direktörün arkasında durduğunu göstermesi bakımından takımdaki oyuncular için bir işarettir ama bu Fenerbahçe’nin iyi futbol oynaması ile sonuçlanabilecek bir durum da değildir. Belki bir–iki maçlık bir “ara gazı” olabilir ama işe yaramaz.
Alex, 9 sezondur oynadığı 334 maçta 171 gol atıp, daha fazlasının da hazırlayıcısı olan bir oyuncuydu. Onun gönderilmiş olmasının Fenerbahçe’nin gerçek sahibi olan taraftarlarda bir burukluk yaratması kaçınılmaz, bunun tepki olarak teknik direktöre ve yönetime dönmesi de kısa sürede beklenmelidir.
Öte yandan şu gerçek de var: Aykut Kocaman, üç sezondur bu takımın teknik direktörü, ondan önceki sezonda da sportif direktördü. Bu dört sezonda transferleri o yaptı, oyuncuları o seçti.
Alex, kafasındaki sisteme uymuyorduysa bunu o zamandan bilmeliydi. Ondan vazgeçemiyorsa, onun takımdaki varlığına göre bir oyun düzeninin gerektireceği oyuncuları transfer etmeliydi.
Dört sezondur takımın başında olan bir teknik adam, iyi futbol oynayan bir takım kuramadıysa, taktikler geliştiremediyse kabahati bir tek oyuncuda değil, kendisinde aramalıdır.
Bu süre içinde yeni bir oyuncu yetiştiremediği gibi elindeki Semih, Stoch gibi oyuncuları da kaybetti. Ama her halde en kötü notu, sportif direktör olduğu sezonun ortasında takımın elindeki Burak Yılmaz gibi bir oyuncuyu kaybetmiş olmasıdır. Burak, o günden beri Türkiye liglerinin en önemli üç–beş oyuncusundan biri. Bunu görememiş olması bile teknik direktörün sorgulanmasına yol açmalıydı.
Daum ve Zico döneminde Fenerbahçe’nin geriye düştüğü maçları bile rahat izler, maçın sonunu beklerdim, nasıl olsa Fenerbahçe gol atar diye. Şimdi önde olduğu maçlarda bile böyle bir rahatlık hissetmiyorum.
Nasıl bir ülkede yolunda gitmeyen işlerden sorumlu tutulması gereken tek merci hükümetler ise bir kulüpte de işler yolunda gitmiyorsa esasen gözlerimizi çevirmemiz gereken yer, o kulübü yönetenlerdir.
Fenerbahçe’de ise bir tek adam yönetimi var, Aziz Yıldırım yıllardır bu kulübü tek başına yönetiyor. Kuşkusuz yararlı işler de yaptı, tesisleşmeyi başardı, kulübün gelirlerini arttırdı, futbol dışı branşlarda rakiplerinin hayal etmeye yeni başladıkları zaferler kazandı. Ama öyle görünüyor ki bu krizi yönetmekte yetersiz kaldı, hatta krizin nedeni de oldu.
Bu da Aziz Yıldırım için bir dönüm noktasıdır, geriye gidişin başlangıcıdır.