Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

ABD, ‘milli güvenlik stratejisini’ nasıl oluşturuyor?

MİLLİ Güvenlik Siyaset Belgesi tartışılıyor. Başbakan belgedeki “iç tehdit tanımının” değiştirileceğini açıklamıştı.

AKP yandaşı medyada belgenin tamamen kaldırılmasını isteyenler bile oldu.


CNN Türk yöneticilerinden Ferhat Boratav
, dünyadaki gelişmeleri yakından izliyor ve küçük notlarla ilginç gördüğü hususları bizlerle de paylaşıyor.

Bakın ABD’de şu sıralarda neler oluyormuş:


ABD Savunma Bakanlığı
’nda “milli güvenlik stratejisini” gözden geçirmek üzere çalışma başlatılmış.

Konunun, “Hangi silahtan kaç tane alınacak” ve de “Küresel ısınma da artık tehdit olarak algılanıyor” gibi yönleri var.


Belge ile ilgili raporu Savunma Bakanı Robert Gates, Kongre’ye sundu
. Başka türlü de olamazdı, çünkü rapor Kongre’nin isteği üzerine hazırlandı.

Sebebi çok açık: Kongre, önümüzdeki yıllarda savunma için hangi gerekçelerle, nereye bütçeden tahsisat ayrılacağını bilmek istiyor.

Bu arada, bir de “ABD’yi hedef alan ve hedef alması muhtemel tehditler” diye ayrı bir değerlendirme başlamış. Değerlendirmeyi ABD Senatosu İstihbarat Komitesi yapıyor. Komite önünde ifade veren ise Ulusal İstihbarat Direktörü Dennis Blair. (Amerika’daki 16 istihbarat örgütünün üst yöneticisi.)


Temsilciler Meclisi İstihbarat Daimi Komitesi
ise, “Yıllık Tehdit Değerlendirmesi” için kendi soruşturmasını yürütüyor.


Her şey kamuoyunun gözünün önünde ve ABD halkının meşru temsilcisi olan Kongre’de yürütülüyor
.

Türkiye’de de yapılması gereken bu. Sorun, bir ülkenin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi gibi iç ve dış tehdit algılarını ve bunlara karşı alınması gereken önlemleri içeren bir belgeye sahip olmasında değil.

Sorun, belgenin halkın meşru temsilcilerinin denetiminde ve onayıyla hazırlanması ile ilgili.


Milli Güvenlik Siyaset Belgesi tartışılırken, demokratik dünyada bunun nasıl yapıldığını hatırlamakta da yarar var.

 

Haber Türk’ün yalanı

DOĞAN Yayın Holding’e kesilen haksız vergi cezalarına karşı açılan davalarda, yargıçları baskı altına almak için yandaş medyada ciddi bir kampanya yürütülüyor.

Doğan Grubu geçen gün bir açıklama yaparak “adil yargılamayı etkileme amaçlı” yayınları eleştirdi, savcıları göreve çağırdı.

Bunun üzerine Haber Türk’ün internet sitesinde perşembe günü bir “haber” yayımlandı.


Lafın gelişi “haber” diyorum, aslında düpedüz bir yalandı yayımlanan.

Haber Türk, Doğan Grubu’nun bundan yakınmaya hakkı olmadığını iddia ediyor ve Doğan Grubu’nun “kötü siciline” kanıt olarak benim üç yazımı aktarıyordu.


Haber Türk’ün iddiasına göre, ben bu yazılarım nedeniyle adil yargılamayı etkilemek suçundan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyordum!

Söz konusu yazılar nedeniyle Turgay Ciner’in avukatlarının suç duyurusu üzerine Bakırköy’de yargılandım.


Ancak, Ağır Ceza’da değil! Davalar, 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.


Yargılama devam etmiyor çünkü bitti!

Biri 26 Kasım 2008 tarihinde beraatımla sonuçlandı. Mahkeme iddia edilen suçun kastı ve unsurları oluşmadığından suçsuz olduğuma karar verdi.
Hakkımda açılan ikinci dava ile ilgili olarak 22 Aralık 2008 tarihindeki duruşmada “davanın düşürülmesi” kararı verildi.


Ciner’
in avukatları, iddialarını kanıtlayamadılar.


Bunu benden ve avukatlarımdan sonra en iyi bilebilecek durumda olanlar Haber Türk’ün yöneticileri ama utanmadan yalan haber yazıyorlar, onu bile doğru dürüst yazamıyorlar!

 

Gece Yarısı Ekspresi!

GEÇENLERDE Finlandiya Havayolları ile Helsinki’den, Rovaniemi’ye uçtum ve şirketin “Bluewings” isimli dergisinde İstanbul ile ilgili 6 sayfalık bir yazı okudum.


Yazının başlığını görünce irkildiğimi söylemeliyim: “Gece Yarısı Expresi”!


Kendi kendime “Yine eski film üzerinden ırkçılık mı” diye söylenirken, yazının spotundaki şu cümleyi gördüm: “3000 caminin evi, 26 Sultan’ın sarayları ve binlerce yıllık tarihiyle, İstanbul hedonistler, gurmeler ve gece yarısı yaşamını sevenler için kişisel bir cennet!” Derginin yazarı İstanbul’da geçirdiği birkaç günü ve gittiği gece kulüplerini, lokantaları anlata anlata bitiremiyor.


“İstanbul, yedi kıtanın en iyi gece yaşamı sunan kentlerinden biri.”


Bunun böyle olduğunu iyi kötü dünyanın dört bir yanını dolaşan birisi olarak ben de biliyorum elbette ama yine de bir yabancı gazetecinin kaleminden okuyunca hoşuma gitti.


Ben oradayken Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” romanı kitapçıların vitrinlerini süslüyordu.


İstanbul’dan geldiğimi öğrenenlerden de hep aynı şeyi duydum: “Orhan Pamuk’un İstanbul kitabını ve Masumiyet Müzesi’ni okudum. Bir tatilimi mutlaka İstanbul’da geçirmek istiyorum!”

Elimizde, rüyaları süsleyen bir kent ve bu kent ile özdeşleşmiş dünyanın beğendiği bir yazar var ve biz hâlâ İstanbul’u önemli bir turistik destinasyon haline getirmeyi başaramadık!