CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasındaki “Fransa- davet- türbanlı eş” tartışmasının aldığı şekil, Türkiye’de siyasetin nasıl bir düzlemde yapıldığının ilginç bir örneğini oluşturdu.
Önce Deniz Baykal konuştu ve “Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’nin, Başbakan’ı eşiyle birlikte Fransa’ya davet etmediğini” söyledi.
Odasına çıktığında bunu düzeltti. Meğerse Sarkozy değil, Jacques Chirac demek istiyormuş!
Arkasından AKP bir açıklama yaptı.
“Başbakanımız ve eşi 19 Temmuz 2004’te Fransa’yı birlikte ziyaret ettiler” denildi.
Meğerse onlar da aslında “12 Temmuz 2008” demek istiyorlarmış!
Ülkenin iki büyük siyasi partisinin durumuna bakın!
Ağızlarına geldiği gibi konuşuyorlar. “Bir şey söyleyeceğim ama acaba doğru mu, bir araştıralım” deme ihtiyacını bile duymuyorlar.
Ya partilerin danışmanlık kadroları zayıf, ya da zaten kimsenin böyle danışmanlara ihtiyacı yok!
Bu yüzden oturup memleketin sorunlarını nasıl çözeriz diye konuşmuyorlar.
Herkes aklına geldiği gibi konuşuyor, deyim yerindeyse “sallıyor”!
Tutarsa tutuyor, tutmuyorsa bir “açıklamanın” her şeyi düzeltebileceğini zannediyorlar!
Bu çözüm işe yaramaz
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, memleketteki siyasi gerilimin düşürülmesi için bir öneri yaptı.
“Medya siyasetçilere bir hafta boyunca polemik ambargosu uygularsa bu sorun çözülür!”
Bu çözümü bulması için ne kadar düşündüğünü elbette bilebilmemize olanak yok.
Büyük olasılıkla eski siyasetçi alışkanlıklarıyla konuştu. Yani karşısında mikrofonları görünce aklına ilk geleni söyledi!
Böyle yaygın bir inanç da vardır zaten!
“Medya iki gün resimlerini basmasın, bak bir daha yapıyorlar mı” türünden konuşmalara çok rastlamışımdır.
Ama işe yaramaz!
Polemik, siyasetin ayrılmaz bir parçasıdır. Kelime anlamı sözlüklerde “siyaset, edebiyat ve bilimsel konularda sert tartışma” diye açıklanıyor.
Bizim sorunumuz ise “polemik” ile ilgili değil.
Türkiye’deki siyasetin sorunu “seviye meselesi”!
Fikirlerin sertçe mücadelesinden daha çok birbirine hakaret etme yarışına dönüşüyor.
Siyasetçilerimiz de bu toplumun bir ürünü elbette.
Yoğun bir şiddet kültürünün içinde yaşıyoruz ve “hakaret” bunun en yaygın olanı.
Medyanın işi topluma bir ayna tutmak!
Oradan yansıyanlar hoşumuza gitmiyorsa yapmamız gereken aynayı kırmak ya da ortadan kaldırmak değil, görüntüyü değiştirmektir.
O gezi hiç yapılmamalıydı!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2004 yılındaki Fransa gezisine “eşli olarak davet edilmek istenmemesi” tartışması, yürütülüş biçimindeki ciddiyetsizliğe rağmen önemli bir konu.
Dönemin Paris Büyükelçisi Uluç Özülker, Başbakan Erdoğan’ın eşiyle Fransa’ya gelmemesi için değişik çevrelerden kulağına bilgi geldiğini belirtip, “Herhalde benim kulağıma gelenler Ankara’nın da kulağına geldi ki ziyaretin eşli olup olmayacağı konusunda üç defa karar değiştirildi” diye anlatıyor.
Haberler, gerçekten de programın önce eşli olarak tasarlandığını ancak son anda değiştirildiğini gösteriyor.
Eğer bu doğru ise o gün o gezinin eşsiz olarak yapılması büyük bir hata olmuş diye düşünüyorum.
Türkiye Başbakanı’nın eşinin kılığı kıyafeti, sadece kendisini ilgilendirir.
Elbette Türk halkını da ilgilendiren bir konudur ama bir kez halkın oyuyla o makama gelmiş bir siyasetçinin eşinin giyim tercihlerini bir diplomatik mesele haline getirmek kimsenin haddi olmamalıdır.
Böyle bir hassasiyet, Fransa tarafından Türkiye’ye dolaylı yoldan aktarılmış olsa bile doğru tutum, geziyi ya eşli yapmak ya da hiç yapmamak olmalıydı.