Altaylı’nın Altaylı’ya yanıtı (1. Bölüm)
SABAH Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı bir süredir gazetesinde Doğan Yayın Grubu’na bağlı gazetelerdeki bazı yazar arkadaşlarımızı bombardımana tutuyor.
POAŞ hakkında süren ancak henüz sonuçlanmayan bir vergi incelemesi nedeniyle yapılan yayınları eleştiren meslektaşlarımızı “emirle yazı yazmakla” suçluyor.
Öyle görünüyor ki kendisine 5 Ocak 2004 tarihinde Hürriyet’te yayımlanan bir yazısını hatırlatmam gerekecek.
Fatih Altaylı “Aydın Doğan’a ’kara’ diyenler kimler” başlıklı yazısında bakın neler diyor, birlikte okuyalım:
“Geçenlerde birkaç arkadaşımla yemekteyiz. Birisi döndü ve ilginç bir soru sordu:
’Elime ne zaman sizin grubunkiler dışında bir gazete geçse orada senin patronun Aydın Doğan’a olmadık hakaret, olmadık suçlama. Hatta sövgü. Sen Aydın Doğan’ın gazetesinde yani onun bir şirketinde çalışıyorsun. Bunları okuyunca ne hissediyorsun?’
O an aklımdan geçenleri ve arkadaşıma verdiğim yanıtı sizinle paylaşmak istedim.
Düşündüm. Hissettiğim ilk şey üzüntüydü.
Üzülüyordum.
Çünkü Aydın Doğan’ı tanıyordum. 10 yıldır onun en önemli gazetesinde yazıyordum ve önemli yazarlarından biriydim. Bir gün olsun beni arayıp bir konu hakkında ’Yaz’ veya ’Yazma’ dememişti.
Onun arkadaşı olduğunu bildiğimiz siyasetçiler için bile en ağır yazıları yazdığımızda tek bir sitemini duymamıştım. Çok beğendiği bir yazım olursa bazen açıp ’Eline sağlık’ derdi. Bir veya iki kere de yazılarıma konu olan kişilerin cevap haklarını kullanmak istediklerini söylemek için aramıştı. Bir yılı aşkın bir süredir Aydın Bey’in en fazla kişiye ulaşan mecrasında, Kanal D televizyonunda haberlerini yönetiyordum.
Bir kez olsun müdahale etmemişti. Tek bir talebi bile olmamıştı. Daha doğrusu tek talebini 3 Kasım seçimleri öncesinde bizzat iletmiş, ’Tarafsız habercilikten asla vazgeçmeyin. Hiçbir partiyi veya adayı lütfen kayırmayın’ demişti.
Geçmiş yıllarda seçimler öncesi yazarları veya gazeteleri bir tarafı destekler görüntü verdiğinde uyardığını duymuştum. ’Yapmayın, hem kendinize, hem mesleğinize, hem de benim gazetelerime zarar veriyorsunuz’ demişti.
Yayınlarımıza hiç karışmazdı. Sadece kár etmemizi isterdi.
’Kár etmezseniz bağımsız olamazsınız’ derdi.
Bir gün Türkiye’de rejimin tehlikeye girmesi ile sonuçlanabilecek bir meseleyi konuşuyorduk.
’Bu ülkenin bekçileri bitmez. Biz de buradayız. Rejimin nöbetçisi oluruz. Ne zaman bir sıkıntı olsa Kürt Mehmet’i nöbete gidermiş ya, biz de buranın Kürt Mehmet’iyiz’ demişti.
Ekonomik bunalım dönemlerinde diğer gruplar adam atarken Aydın Bey yöneticilerini uyarırdı hep, ’Aman adam çıkarmayın. Her yerden kısın personele dokunmayın’ derdi. Bir anda bunları düşündüm. Benim tanıdığım patronum buydu.”
Evet, yazı tam olarak böyle! “Beşer şaşar, arşiv yanılmaz” derler. Arşivde gezinirken rastladıklarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
İyi vatandaşlık ’hak aramayı’ bilmektir
HÜRRİYET’in cumartesi günkü manşeti Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Dimitri Karayani’nin bir demecine ayrılmıştı.
Karayani, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmayı vatana ihanet olarak görüyorum. Ben devletimi yabancılara şikáyet edemem” diyordu.
Karayani’nin bu demeci vermesine neden olan olay Fener Rum Lisesi Vakfı’nın, el konulan taşınmazlarının iadesi ya da zararın tazmini için AİHM’ye dava açmış ve kazanmış olmasıydı.
“Vatandaş Dimitri”ye ve onun gibi düşünenlere şunu söylemeliyim ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hak aramak “vatana ihanet” sayılmaz.
Çünkü uzun bir süredir AİHM ve kararları Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk düzeni içinde kabul ediliyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzaladığından beri bu böyle!
Ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da uluslararası sözleşmelerin TBMM tarafından onaylandıktan sonra “kanun hükmünde” olduğunu belirtiyor. Hatta bunlar aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamayacağını vurgulayarak, bir anlamda yasalardan daha üst bir konuma da koyuyor.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim: Türkiye’de, devletin eylem ve işlemleri nedeniyle zarar gördüğü iddiasıyla iç hukuk yollarının tümünü denediği halde hakkını alamadığını düşünen herkese bu mahkemeye gitmek anasının ak sütü gibi helaldir!
İyi vatandaşlık, hakkını yasal süreçler içinde sonuna kadar aramayı gerektirir.