Amaç gazetecileri cezalandırmak
BİR süredir Dubai’de olduğum için haberleri internetten takip ediyorum.
Dün sabah Maliye’nin, Doğan Yayın Holding’e kestiği vergi cezasını da bu vesileyle öğrendim, benim telaffuz etmekte zorlanacağım bir rakam.
Konuyla ilgili olarak Doğan Yayın Holding’in açıklamalarını gazetelerde okumuşsunuzdur.
Sorun yargıya gidecek ve çözülecek, buna kuşkum yok.
Ancak şunu söylemeliyim:
Bu cezanın hedefi Aydın Doğan ve şirketleri değildir.
Ceza, bizler yüzünden kesildi, amaç bizleri cezalandırmak ve susturmaktır.
Başbakan’ı sinirlendiren ve emrindeki memurlara baskıyla raporlar düzenlettirip, cezalar kestirmesine neden olan şey bu gazetelerde yayımlanan haberler ve yorumlardır.
Oğlu ve gelininin kuyumculuğunun, öteki oğlunun kozmetikçiliğinin, gemiciklerin, Boğaz’da yapılan kaçak inşaatların, bakanların çocuklarının ani bir zihin açıklığıyla ticari başarılar elde ediyor olmalarının bu gazetelerde yayımlanması Başbakan’ı sinirlendiriyor.
Meydanlara çıkıp, aba altından sopa göstermesinin nedeni budur.
“Siz bana dokunmazsanız, ben de size rahat veririm” demek istiyor.
Kendisinden önceki birçok siyasetçinin deneyip de başaramadığını, bu kez başarabileceğini zannediyor.
Çok yanılıyor.
Baykal sona yaklaşırken
DÜN gazetelere yansıyan haberlerden birinde şöyle bir ayrıntı vardı:
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Mehmet Sevigen ile 1 saate yakın bir görüşme yapmış ve kendisine şöyle söylemiş: “Bu durumda senin dirençli olman gerekir. Biraz üzüleceksin ama yapılacak bir şey yok, kendini topla!”
İki kişinin arasında geçen bir görüşmede söylenen bir sözün nasıl olup da gazetelere yansıyabileceği bellidir.
İki taraftan biri kendi yakınlarına görüşme ile ilgili bilgi vermiştir, o kişiler de her kimseler, gazetecilere bunu aktarmışlardır.
Yani doğal olarak bu tür aktarımları şüphe ile karşılamak gerekir. Çünkü herkes kendisi açısından olumlu olanın gazetelere yansımasını ister, görüşmeyi aktarırken bazı detayları atlayabilir, söylenen bir sözü kendine göre yorumlayarak aktarabilir.
Ancak CHP’de birçok yetkili Sevigen’in “istifa etmesi gerektiğini” söylerken, en hafifinden “ortada bir etik sorunu vardır” diye yorumlarken, Sevigen’in istifa etmemekte direnmesi, Baykal’ın bir yeşil ışık yakmış olabileceğini düşündürtüyor bana.
“CHP’nin temel sorunu Baykal’dır” derken bunu kastediyorum.
CHP lideri, partiyi kendi özel mülkiyet alanı gibi görüyor. Parti üyelerinin, yöneticilerinin, yetkili kurullarının ne düşündükleri önemli değil. Tek adam hákimiyeti var ve o tek adama çok yakınsanız, istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz.
Normal olarak Mehmet Sevigen’in istifasını ilk önce istemesi gereken adam Baykal’dan başkası olmamalıydı.
Ama belli ki Sevigen’den bunu istemeye dili bir türlü varmıyor.
Sevigen’in istifa etmekte geciktiği her gün, Baykal’ı da siyasal yaşamının sonuna yaklaştırıyor.
Bu telefon görüşmesi kaç saat sürdü?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile bir telefon görüşmesi yaptı.
Başbakan’ın gazetecilere bizzat açıkladığına göre telefon görüşmesinde şu konular konuşulmuş:
“Görüşmemizde gerek Türkiye-Amerikan stratejik ilişkileri, gerek bölgede Türkiye’nin önemi, gerek bundan sonraki süreç içerisinde Türkiye-Amerika ilişkilerinin nasıl devam edeceği, bunun yanında 1915 sözde ’Ermeni soykırımı’ konusu, bütün bunları geniş, etraflıca görüşme fırsatını bulduğumuz gibi önümüzde yaklaşan nisan ayındaki G-20 Zirvesi vesilesiyle bir arada olacağız, bunu görüşme imkánı bulduk. Ayrıca, dünyadaki küresel finans krizi görüşme imkánı bulduk. Londra’da da bunu devam ettireceğiz.”
Her biri üzerine saatlerce konuşulabilecek konular bunlar.
Ve herhalde her biri üzerine ancak bir-iki cümle konuşulmuş olabilir, aksi takdirde telefon görüşmesinin bütün bu şubat ayı boyunca gece-gündüz sürmesi gerekirdi.
Ancak Başbakan kendi ağzıyla söylüyor: “Bütün bunları geniş, etraflıca görüşme olanağı bulduk.”
Doğrusunu isterseniz bu açıklamayı hiç inandırıcı bulmadım.
Eğer Başbakan bütün bunları telefon görüşmesinde etraflıca anlattıysa iki olasılık var:
Ya görüşme sırasında hatlar kesildi, Başbakan Obama dinliyor zannederek konuşmaya devam etti.
Ya da Obama, telefonun ahizesini masanın üzerine bırakarak öteki işleriyle ilgilenmeye devam etti, arada bir de ahizeyi eline alıp “okey”, “van minüt” gibi şeyler söyleyerek konuşmaya devam ediyormuş gibi yaptı. Acaba hangisi? Gerçekten merak ettim.