Sevigen’in istifası hesabı kapatmaz
CHP’li Mehmet Sevigen’in adının geçtiği olay ile Şaban Dişli’nin istifasına yol açan olay arasındaki fark belki bir soğan zarının kalınlığı kadardır.
Ve bu Şaban Dişli olayında da yazdığım gibi belediyelerdeki genel düzenden kaynaklanır.
AKP’li, CHP’li, MHP’li, DSP’li, ANAP’lı, DYP’li fark etmez.
“Dürüstlük” bu konuda siyasi görüşlerle değil, kişilik ile ilgilidir.
Her partide dürüst insanlar da vardır, bulunduğu siyasi makamı rant elde etmek için kullanmakta sakınca görmeyenler de!
Belediyeler bu şekilde yönetildikçe, kent içi araziler üç beş kişinin kaldırdığı parmakla değer değiştirdiği sürece bu böyle olmaya da devam edecek.
Genel düzenin böyle olması Mehmet Sevigen’in siyasi sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor.
Bu basit bir “elit kurallar ihlali” değildir.
Sevigen, söylemini yolsuzluklar ve ahlak dışı tutumlar ile mücadeleye dayandıran ana muhalefet partisinin bir yöneticisi. Sıradan bir yönetici de değil. Genel Başkan’ın gölgesi!
Yaptığı hareketler, sadece kendi siyasi geleceği ile değil, partisinin inandırıcılığı ile de ilgilidir.
Böyle bir durumda bir siyasetçi için istifa kaçınılmazdır. Şaban Dişli’yi istifaya götüren kamuoyu baskısı önünde sonunda Sevigen’i de aynı yola itecek.
Bu süreç ne kadar kısa olursa, partisi için o kadar hayırlı olur.
Öte yandan Deniz Baykal’ın da bu eylemin siyasi sorumluluğunu paylaşmakta olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Mehmet Sevigen’in bugün partide işgal ettiği koltuk doğrudan doğruya Deniz Baykal ile ilgilidir.
Sevigen, Baykalcı kliğin yılmaz bir savunucusu olduğu için o koltukta oturabiliyor.
Bu hesap sadece Sevigen’in istifası ile kapanmaz.
Artık ’yancılara’ kızmıyorum!
BÜYÜK balık, küçük balığı yermiş! Duyun da inanmayın. Dubai’deki Atlantis otelinin içindeki dev akvaryumun önünde büyülenmiş bir şekilde dururken bunu düşündüm.
Akvaryumları pek sevmem aslında. Daha doğrusu balıkların o uyuşuk hallerini sevmem, onun için de bir akvaryumum hiç olmadı.
Ama bu otelin içindeki “şeye” akvaryum demek sözün gelişi olmalı. Bu akvaryum filan değil, basbayağı deniz, içinde de bir tek balina eksik!
Köpekbalıkları, vatozlardan tutun da rengárenk tropik balıklara kadar içinde binlerce balık var.
Ve hiçbiri birbirini yemiyor! Ya mideleri alınmış, ya beyinlerinin yeme noktaları çıkarılmış ya da her büyük balık, her küçük balığı yemiyor!
Bu akvaryumu izlerken insanlar álemi için bir gözlemim oldu.
Akvaryumda boyu sanırım iki metreye yakın bir köpekbalığı var.
Bütün balıkların üstünde, ağır ağır dolanıyor! “Akvaryumun ağır abisi” o yani!
Dikkatimi şu çekti. O koca balığın iki yanında, sanki motosikletli polis eskortları gibi, iri bir palamut büyüklüğünde, cinsini bilemediğim iki balık yüzüyordu.
Köpekbalığı ne yöne dönse onunla birlikte dönüyorlar, ondan hızlı asla gitmiyorlar, iki yüzgecinin arkasındaki bir yerde ve büyük balığa çok yakın şekilde yüzüp duruyorlar. Büyük olasılıkla o yüzgeçten süzülen bir şeylerin peşindeler.
Onlara “yancılar” adını taktım.
Tıpkı çok zengin insanların peşinden hiç ayrılmayan tiplere benziyorlar.
Düne kadar böyle tiplere iyi gözle bakmazdım. Şimdi anlıyorum ki bu hayvanlar áleminin kaçınılmaz bir gerçeği.
Aslanları, kaplanları da tıpkı büyük balığı takip eden küçük balıklar gibi sırtlanlar, çakallar takip etmiyor mu?
Kendi “yancılarını” büyük bir aşkla savunan parti liderleri için yazdım bu gözlemlerimi. Ne işlerine yarar, artık o da benim sorunum değil!
Ağız bozukluğuna çare var mı?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “ağzının bozukluğu” ile ilgili olarak yazdığım yazı, zaten bildiğim bir gerçeği yeniden görmemi sağladı: Türkiye’nin ağzı en bozuk kesimini siyasal İslamcılar oluşturuyor!
Bu konuyla ilgili olarak gelen e-postalara tek tek yanıt vermek yerine toplu bir yanıt vermek istiyorum:
Başbakan’ın mitinglerde, toplantılarda kullandığı argo sözcükleri toplasam ve o sözcükleri kullanarak Başbakan’a hitap etsem başıma nelerin geleceğini tahmin etmem hiç de zor olmaz.
Devletin savcıları “hükümetin manevi şahsiyetine” hakaret ettiğim için hapse atılmamı isterler, Başbakan da kişisel bir hakaret davası açarak benden yüklü bir tazminat koparabilir.
Sorunumuz Başbakan’ın böyle sözler söyleyebilecek ruh durumunda bir kişi olmasıdır.
Başbakan, halka derdini ve görüşlerini aktarırken mutlaka argo kullanmak zorunda mı?
Bunu daha derli toplu ve işgal ettiği makama yakışır bir Türkçe ile yapmasına engel olan nedir?
Türkçesinin yetersizliği mi, düşünsel yapısının düzeyi mi?
Sorun birincisi ise bunu halledebilmek çok kolay. Biraz kitap okumak, biraz çalışmak, biraz da özen göstermek yeterlidir. Türkçe’de her düşünceyi ifade etmeye yeterli kelimeler vardır.
Sorun ikincisi ise buna çare bulabilmemiz biraz zor.
Bir insanın düşünsel yapısının değişebilmesi o kadar da kolay değil.
Bu durumda ne yapacağız?
Başbakan’ın konuşma üslubundan ve kullandığı kötü sözcüklerden küçük çocukları nasıl koruyacağız?
Aileden sorumlu devlet bakanı bununla ilgili bir plan varsa açıklasa da hepimiz öğrensek!