Amerika örnek olmalı
SUUDİ Arabistan Kralı’nın, ABD Başkanı Bush’un eşi Laura Bush’a ve Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a verdiği pahalı mücevherlerden oluşan armağanların ABD Hazinesi’ne kaldığını dün yazmıştım.
Burada ilginç bir durum ortaya çıkıyor.
Suudi Dışişleri elbette ABD’nin devlet yöneticilerine ve eşlerine Kral tarafından verilen armağanların yıl sonunda ABD Hazinesi’ne kaydedileceğini biliyorlardı.
Zaten bu tür resmi temaslar öncesinde tarafların birbirlerine ne tür armağanlar vereceklerine ilişkin bir ön görüşmenin yapılması da adettendir. ABD Dışişleri Bakanlığı bu bilgiyi o görüşmelerde iletmiş olmalı.
Bu açıdan bakınca Suudi Kralı açısından armağanın kişiye değil, ABD Hazinesi’ne verildiğini söyleyebiliriz.
Oysa Türkiye’de böyle bir yasa yok.
Dolayısıyla Suudi Kralı gibi, pahalı hediyeler vermeyi bir gelenek olarak yapanlar, Türkiye’de bu hediyeleri kişilere verdiklerini varsayıyor olmalılar.
Bu da hediyeyi veren açısından da alan açısından da zor bir durum olmalı.
Hediyeyi verenin hediyede aşırıya kaçması, alanın ise bunu kendisine verilmiş gibi kabul etmesi, Türkiye gibi bir ülke için aşağılayıcı bir tutum olarak görülmeli.
Bu tür konulara ilişkin bir yasamız var ama biliyorsunuz Cumhurbaşkanı, bu yasanın kendisini kapsamadığını iddia ediyor.
Ona bakan Başbakan da öyle zannediyor olmalı. Bugüne kadar bu konuyla ilgili sorulara hiç yanıt verilmemesi bunu gösteriyor.
Demek ki TBMM’nin bu işi ele alması ve yabancı devlet adamlarının Türk devlet yöneticilerine verecekleri armağanlar ile ilgili bir yasal düzenleme yapması gerekiyor.
AKP çoğunluğu istediği her kanunu çıkarabiliyor.
Bakalım, böyle bir kanun çıkarmak isteyecekler mi?
Önce korkularımızdan kurtulalım
TRT’nin “Kürtçe açılımı”, beklediğim gibi yine eski bir paranoyanın esiri oldu.
Bu ülkede herkes bu kanalın esasen Kürtçe yayın yapmak üzere kurulduğunu biliyor.
Bu kanalın hangi gerekçelerle kurulduğunu da!
Ama TRT, bu kanala çıkıp açıkça “TRT-Kürtçe” kanalı ismini bile veremiyor.
Kanalın adı “çok dilli kanal”!
İleride bu kanaldan Farsça ve Arapça da yayın yapılacakmış, onun için kanala “çok dilli kanal” deniliyor. Elbette Türkiye’de, Kürtler kadar olmasa da anadili Arapça olanlar da yaşıyor.
TRT’nin o vatandaşlarımızı da yabancı kanallara bırakmaması olumlu bir düşünce.
Ama biliyoruz ki bu kanalın asıl kuruluş amacı Kürtçe yayın yapmak.
Daha yola çıkarken bunu açıkça söyleyemiyor olmak bile bu konudaki korkuların ne derece olduğunu gösteriyor.
Asıl sorun bu paranoyadan kurtulmakta.
Daha önce açılan Kürtçe özel eğitim kurumlarının ne işe yaradıkları ortada.
O kurumların açılmasına izin verilmeden önceki korkuları hatırlayalım.
Birbirimizden korkmamayı, birbirimizin varlığına saygı göstermeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Sadece Türk-Kürt meselesinde değil, Sünni-Alevi, Hıristiyan-Yahudi-Müslüman, muhafazakár-modern meselelerinde de öğrenmemiz gereken bir şey bu.
Kaçabilmenin tek yolu var!
ADOLFO Bioy Casares, “Morel’in Buluşu” isimli romanında (Helikopter Yayınları, Çeviren: Nevzat Yılmaz) boş olduğunu düşündüğü bir adaya kaçan adamın macerasını anlatıyor.
Adanın boş olmadığını sonradan anlayacak. (Lost dizisini yapanlar acaba bu romandan mı esinlendiler diye düşünmedim de değil.) Bir kadına uzaktan áşık olacak ve dikkatini çekmek için çabalayacak. Bu duyguyu öyle içselleştirecek ki sonunda kadının gerçekte var olup olmadığından bile emin olamayacak!
Romanın ön sözünü Jorge Luis Borges yazmış. Onun yazısında şöyle bir şarkı sözü yer alıyor:
“Daha önce gelmiştim buraya / Bilmem nasıl, ne vakit / Kapının ardındaki çayırı tanıyorum / O hoş buram buram kokuyu / İç geçirişleri, kıyıyı çevreleyen ışıkları.”
Romanı okurken, kendi içsel kaçışlarımı düşündüm.
Her seferinde bulunduğum yerde daha önce de olduğumu düşündürten kaçışlar!
Kaçıp kurtulduğunu zannettiğin anda yine aynı koku, aynı ışık, aynı sesler!
Borges’in bir şiirini not etmiştim böyle anlarımdan birinde.
“Zaman beni sürükleyen bir nehir; ama nehir benim / Beni parçalayan bir kaplan; ama kaplan benim / Beni tüketen bir ateş; ama ateş benim.”
Çünkü nereye kaçarsanız kaçın, beyninizden ve kalbinizden kaçabilmenize olanak yok.
Kaçacak yer yok yani!
Kaçabilmek için değişmek gerekiyor.
Onun da bir tek yolu var: Áşık olmak!
Gasset’in dediği gibi bir başka kişiliğin içinde eriyip yok olabilmek.