Dinde ’ölümle tehdide’ yer var mı?
İTALYAN milletvekili Daniela Santanche televizyonda yayımlanan bir açık oturumda “Türban dini simge olamaz, çünkü Kuran’da yazmıyor. Üstelik özgürlük simgesi hiç değil” deyince ortalık karıştı.
İtalya’daki Sky televizyonunun santralı telefonla yapılan ölüm tehditleri nedeniyle kilitlenmiş.
Açık oturumda bulunan bir imam “Hanım milletvekili merak etmesin, hakkında fetva vermeyeceğiz” deyince salondaki gerginlik de artmış.
İtalyan İçişleri Bakanı, Santanche’nin polis koruması altına alınacağını açıkladı.
Bu ilk kez olmuyor.
Konu ne zaman “şiddet”ten açılsa İslam’ın bir hoşgörü dini olduğundan söz ediyoruz ama “bazı Müslümanlar” hoşlanmadıkları bir şeyler söyleyenleri kolayca ölümle tehdit edebiliyorlar.
Ülkemizde de örneklerini çok yaşadık. Gümüşhane Barosu Başkanı Ali Günday, Danıştay Yargıcı Mustafa Yücel Özbilgin, Turan Dursun, görüşleri beğenilmediği için “din adına” hedef gösterilip, öldürüldüler.
Salman Rüşdi hálá bir kaçak hayatı yaşarken, Katolik Hıristiyanlar açısından “Şeytan Ayetleri”nden hiçbir farkı olmayan Da Vinci Şifresi’nin yazarı normal yaşamını sürdürebiliyor.
Şiddetten başka bir şeye aklı ermeyen bir avuç insan, dünya yüzündeki yüz milyonlarca Müslüman’ın imajını bozuyor. Hoşgörüyü emreden bir din, sonsuz bir hoşgörüsüzlüğün elinde adeta esir ediliyor.
Dün Hürriyet’te İlter Türkmen’in köşesinde Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in kitabından yapılmış bir alıntı vardı. Şöyle diyor Müşerref:
“Biz İslam’ın ilerici, ılımlı ve hoşgörülü bir din olduğunu söyleyebiliriz -gerçekte de böyledir. Ne var ki başkalarının İslam’ın özgün kaynaklarını araştırmak için çaba harcamalarını beklememek gerekir. Onlar Müslümanların kendi hayatlarını da etkileyen söylem ve eylemleri ile İslam hakkında değer yargılarına varacaklar. Ilımlıların ve akademisyenlerin, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, İslam’ı savunmak için ileri sürdükleri savlarla değil.”
Müslümanlar, yanlış tanınmak istemiyorlarsa, herkesten önce kendi içlerindeki şiddet yanlıları ile mücadele etmek zorundalar.
Aynı madalyonun iki yüzü gibiler
YURTDIŞINDA çalışan ve yaşayan vatandaşlarımızı kandırarak ellerindeki avuçlarındaki paraları toplayıp Türkiye’de batıran “yeşil sermaye holdinglerinden” YİMPAŞ’ın patronu Dursun Uyar’ın bu bayramdaki maceraları giderek bir polisiye roman tadına büründü.
Önce zamanaşımından kurtulmak üzere dava dosyasının Yargıtay’da uyutulduğu ortaya çıktı, sonra da Bakanlar Kurulu’nun neredeyse yarısıyla camide cenaze namazı kılarken fotoğraflandı.
Önceki gün de aynı kişi Yozgat’ta düzenlenen bayramlaşma töreninde başköşedeydi.
Devletin Valisi ve Emniyet Müdürü, uluslararası polis örgütünün “difüzyon” belgesiyle aradığı bu şahsiyetin karşısında; ceketleri ilikli vaziyette el sıktılar, bayramını kutladılar.
İkisi de “Sen ne biçim adamsın? Hem binlerce Türk vatandaşını dolandırdığın için aranıyorsun, hem de gelmiş karşımıza bayramlaşmak istiyorsun. Hadi git işine” demedi, diyemedi.
Çünkü o bürokratlar da biliyorlar ki Dursun Bey, bu iktidar döneminde “en ziyade müsaadeye mazhar” kişilerden biri.
Ortaya çıkıyor ki din sömürüsü ile siyaset yapmak ve din sömürüsü ile para toparlamak aslında bir madalyonun iki yüzü.
Uyar dün de basın toplantısı düzenleyip, “Almanya’daki şirkette ortağım, yönetici değilim” bahesini uydurdu.
Paralarını, yeşil sermaye holdinglerine kaptıran vatandaşlarımız, eminim ki oy verme zamanı geldiğinde bu fotoğrafları hatırlayacaklardır.
Perhiz ve lahana turşusu
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül, dün Hürriyet’te yayımlanan röportajında “Cüppeliler din için en tehlikelisi” dedi.
“Ak Parti olarak bunları eleştirmekten, yanlış olduğunu söylemekten bizim kaçınacak, çekinecek hiçbir tarafımız yok” diye de ekledi.
Söylenince kulağa hoş geliyor ama bir kez daha söylenen ile gerçek hayat birbirini tutmuyor!
Gül’ün bu söyledikleri bir tür “perhiz” ise, sanırım Cüppelilerden birinin cenaze törenine katılıp, o cüppelilerden en üst makamlarda olanlarla el sıkışıp, öpüşüp koklaşmak da “lahana turşusu” oluyor!
Çifte cinayete tanıklık etmiş bir cemaatin içindeki katillerin bulunup çıkarılmasını isteyenlere “Neden bu işin üzerine gidiyorsunuz, yine düğmeye mi basıldı” sorusunu sormaya ne ad verilir, onu tanımlamayı da Abdullah Gül’e bırakalım.