Anayasa’nın ruhunu unuttuk!
CHP, AKP’nin cumhurbaşkanı seçmesini önleme ümidini ilk iki turda TBMM’de 367 milletvekilinin bulunmamasına ve bunun da Anayasa Mahkemesi tarafından seçimin iptal edilmesine yol açmasına bağlamış bulunuyor.
Bu hesap ortaya ilk kez atıldığında görüşlerimi yazmıştım: Abesle iştigal ediliyor!
Eğer CHP istediğini gerçekleştirebilirse Anayasa Mahkemesi’nin “toplantı yeter sayısı” ile “karar yeter sayısını” nasıl yorumlayacağını hep birlikte öğreneceğiz.
Aslına bakarsanız, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili gelişmeler, Anayasa’nın lafzını değilse bile ruhunu zedeleyen bir süreç oldu.
Anayasamız, Cumhurbaşkanı’nın “gizli oyla” seçilmesini emrediyor.
Bunun anlamı şu: Milletvekilleri, oylarını kendi vicdanları ile baş başa kalarak kullanabilsinler, parti yönetimlerinin baskısı ve “grup kararı zorlaması” ile karşılaşmasınlar.
Şimdi bir de Abdullah Gül’ün adaylığını hatırlayalım: AKP, tek bir adama yetki verdi, o tek adam birisini işaret etti, milletvekilleri çığlıklar, gözyaşları ve alkışlar arasında bu işareti onayladı.
Artık seçimlerdeki “gizli oy” bir palavradan ibaret.
Partiler, Anayasa’nın ne yazdığı ile uğraşırken ne anlatmaya çalıştığını unuttukları için böyle oldu.
Ve bu seçimin iptaline yol açmasa bile Anayasa’nın delinmesinden başka bir şey değildir.
Abdullah Gül’e inanabilmemiz için
AKP’nin “Milli Görüş”ten gelen çekirdek kadrosunun geçmişte, laiklik ve demokratik hakların kullanımı ile ilgili neler söylediğini hatırlıyoruz.
Unutmuş olanlar da gazetelere şöyle bir bakarak hafızalarını tazeleyebilirler.
Bu kadronun 28 Şubat’tan sonra AKP’nin kuruluşuna kadar geçen zaman içinde görüşlerinin değiştiği, artık eskisi gibi olmadığı, “demokratik, laik, sosyal hukuk devletine bağlı oldukları” ileri sürülüyor.
Kendileri de zaman zaman “değiştik” diyorlar.
Öte yandan toplumumuzda sayısı hiç de küçümsenemeyecek geniş bir kesim de bu “değiştik” iddiasının bir “takıyye” olduğunu düşünüyor.
Gerçek amacı saklamak için, söylenmesi meşru görülen yalanlar dizisi olduğunu savunuyor.
Bu inancın yaygın olmasının bir tek nedeni var: Bu kişiler geçmişleri ile toplum önünde açık bir hesaplaşmaya girmediler. Eskiden şunu söylemiştim, şimdi böyle düşünmüyorum, nedenleri de şunlardır demediler.
İktidara geldikten sonra da, devlet kadrolarına atadıkları kişilerin düşünce yapılarıyla, devlette yükselmenin “eşin türban durumuna bağlı oluşuyla”, buldukları fırsatlarda laik anlayış ile bağdaşmayacak kararları kolayca alabilmeleriyle sözlerinin takıyye olduğu inancının yaygınlaşmasına yol açtılar.
Şimdi Abdullah Gül, “Herkesin cumhurbaşkanı olacağım” diyor.
Evet, bunun mümkün olabilmesini herkes isteyecektir.
Ama onun bu sözüne inanabilmemiz için önce geçmişi ile ilgili kapsamlı bir özeleştiri yapmasını talep etmek hakkımız.
Sonra da Cumhurbaşkanlığı makamındaki icraatlarıyla bunun öylece söylenivermiş sözler değil, gerçek düşüncesi olduğunu kanıtlamalı.
İşte o zaman hepimiz ona ve söylediklerine inanabiliriz.
İran’da ’hicap’, Türkiye’de ’türban’
İRAN’da rejimi korumakla görevli polis gücünün, başörtülerinin altından saçları görünen kadınlara karşı başlattığı savaş son günlerde gazetelerde sıkça yer alıyor.
“Türban” icat olunmadan önce bizde de başörtüsü böyle bir şeydi.
Eski fotoğraflara bakar, ailenizdeki yaşlı kadınların başlarını nasıl örttüklerini hatırlarsanız ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak.
Bugün de Türkiye’nin birçok yerinde “türban” kullanmayan kadınlar, başlarını örtmek istedikleri zaman bir eşarp kullanıyorlar. Üçgen bir bez parçasını çenelerinin altından düğümlüyorlar. Saçlarının perçemleri de o örtünün altından görünüyor.
“Türban” bu tür örtünmeye bir tepki olarak geliştirildi.
Türbanın altına takılan bir tür ikinci örtünün amacı da “perçemlerin görünmesini engellemek”.
Görüldüğü gibi İran’ın şeriat rejimi ile bizdeki “İslamcılar” arasında bu açıdan tam bir fikir birliği var.
Geçenlerde bir açık oturumda konuşmacılardan birinin türbanı, “İslamcı kesimde modernleşmenin bir simgesi” diye tarif ettiğine tanık oldum.
Bu yeni bir görüş değil. Bu görüşün savunucuları arasında liberal sosyologlar bile var.
Acaba onların böyle düşündüğünü, bir tutam saçı göründüğü için evinden sürülen, toplum içinde teşhir edilip, aşağılanan İranlı kadınlar duysalar ne derler, gerçekten çok merak ediyorum.