Aşınmayan yollar ve pişmeyen omletler!
SÜLEYMAN Demirel’in, Türk siyasi hayatına damgasını vuran sözlerinden birini hatırlarsınız: “Yollar yürümekle aşınmaz!”
Bu sözü, hükümetini protesto için yapılan öğrenci ve işçi yürüyüşlerinin ardından söylemişti.
Söyleniş tonunda yürüyüşleri küçümser bir hava da var elbette ama esasen demokrasinin önemli bir unsurunu kabul etme ve normalleştirmeyi de içeriyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da “yumurta atan öğrenciler” ile ilgili olarak dün şöyle konuştu: “Bu kadar paranız var madem omlet yapın, yiyin!”
Bu sözlerin vurgusu ile Demirel’in sözlerindeki vurgunun ne kadar farklı olduğuna dikkatinizi çekmek istedim.
Başbakan her zaman olduğu gibi öğrencilerin taleplerini de kendi mutlak iktidarına karşı girişilmiş bir hareket olarak algılıyor.
Onları dinlemeye, dertlerinin ne olduğunu önlemeye ve ortalığı karıştırmayacak bir çözüm yolu bulmaya niyetli değil.
“Polisimiz üzerine düşeni yapacaktır” diyerek, önümüzdeki günlerde nelerin yaşanabileceğinin de ipuçlarını veriyor, demokratik bir hakkı kullanmak isteyenlere karşı sopa sallıyor!
Ondan işareti alan yandaş medya da gazı veriyor: Öğrencilerin ne Ergenekonculukları kaldı, ne patalojik bozukluklar içinde yaşadıkları ne de darbe planlarının bir parçası oldukları!
Hükümetlerin bir görevinin de ülkede huzurlu bir ortam yaratmak olduğu aklına gelmiyor.
Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi her türden muhalefete karşı tahammülü yok.
Kâh gazete genel yayın yönetmeni oluyor, haberlerin nasıl verilmesi gerektiğini öğretiyor. Kâh polis şefi oluyor, “Susmazsanız kafanıza copu yersiniz” anlamına gelen sözler söylüyor.
Ve demokrasi anlayışı böyle olan bir siyasetçi, Türkiye’ye başkanlık sistemini getirmek istiyor, kendi iktidarını daha da mutlaklaştıracak Anayasa değişikliklerini “sivilleşme” olarak pazarlıyor.
Sorunun büyüğü trafik magandaları
İSTANBUL ’da trafiği içinden çıkılmaz hale getirenlerin başında yolların yetersizliği değil, sürücülerin hataları geliyor.
Buna “hata” demek ne kadar doğru, onu da bilmiyorum. Bir anlık dalgınlıkla ya da acemilikle yapılan hatalar değil bunlar. Tam tersine kendisini “usta sürücü” zanneden trafik magandalarının yarattığı karmaşadan söz ediyorum.
Ani şerit değiştirmek, ağır akan trafikte sürekli zikzaklar yapmak, durulmayacak yerde durup, dönülmeyecek yerde dönmeye çalışmak, kavşağa ilk girenin yol hakkına saygı göstermemek, dönüşlerde çoğu kez ikinci hatta üçüncü bir şerit yaratmak, geçemeyeceği kavşağa girerek yolu kilitlemek gibi temel hatalar.
Ve bunlar çoğu kez trafik polisinin gözünün önünde oluyor. Bir keresinde orada bekleyen trafik polisine neden müdahale etmediğini sordum, “Hangi birine yetişeyim” yanıtını aldım.
Hak da vermedim değil, çünkü onlarca araçtan söz ediyorduk!
Bunlara bir de otoyolda yetkileri olmadığı halde siren ve yanıp sönen lamba takan resmi ve özel araç sürücülerini eklemem gerek.
Bir ara bununla ilgili mücadele hız kazanmış, bunları takanların sayısı azalmıştı ama son aylarda yine eskiye dönüş görüyorum.
TEM de her gün gidiş gelişlerim sırasına en az on tane böyle araca rastlıyorum ve ben de trafik polisinin ruh durumuna girdim: Hangi birini şikâyet edeyim?
Kuşkusuz ki Trafik Denetleme ekipleri rastladıkça böyle magandaları yakalıyorlardır ama belli ki ya cezalar az, sirenleri sökülenler tekrar taktırıyor ya da “Herkes yapıyor, ben neden takmayayım” diyenlerin sayısı artıyor.
Bu konuda mücadeleyi biraz daha sıkılaştırmanın zamanı geldi!
Bilmeniz gereken 50 Türk ressam
İSTANBUL Resim ve Heykel Müzesi’nin koleksiyonu 10 binden fazla eser barındırıyor. Neresinden baksanız 150 yıllık bir resim geçmişinin tanığı bu eserler. Ve müzenin olanaksızlıkları, bu eserlerin hepsini sergilemeye olanak vermiyor.
Son zamanlarda sanata meraklı, varlıklı kişiler özel müze hevesine kapıldılar.
Dikkatlerini İstanbul resim ve Heykel Müzesi’ne yoğunlaştırsalar, değer biçilemeyecek bir koleksiyonun sergilenmesi için güçlerini birleştirseler daha iyi olur diye düşünüyorum.
Kırpık kırpık, önemsiz müzelere kaynak ayırmak yerine bunu yapmak gerekiyor.
Kültür Bakanlığı, böyle bir işe para ayırabilecek sanatseverlerin isimlerinin de müze içinde değerlendirilmesine olanak verecek, onları bu işe teşvik edecek düzenlemeleri kolayca yapabilir ve önemli bir hazine gün yüzüne çıkma olanağı bulabilir.
Tempo Dergisi, bu ay “Bilmeniz Gereken 50 Türk ressamı ve tablosu” isimli bir kitap veriyor. Derginin bir süredir verdiği dizinin bir devamı bu. Sert kapaklı, iyi kâğıda basılmış bu kitap, Türk resim sanatının nasıl geliştiğini, ne yönde evrildiğini, dönemine damgasını vurmuş sanatçıların biyografileri ve önemli eserleri ile anlatıyor.
Mimar Sinan Üniversitesi’nden sanat tarihçisi Osman Erden’in önsözüyle sunulan seçkiyi incelerken Türkiye’de resim sanatını küçümseyen malumatfuruşların da ne kadar yanıldıklarını görebiliyorsunuz.
Çocuklarınızı Türk resim sanatı ile tanıştırmak için önemli bir kitap bu, öneririm.