HÜRRİYET

“Asker yaptı, sivil bozdu”

“Çoğu kişinin farkında olmadığı bir gerçek Türkiye Cumhuriyet tarihinde demokratik düzene uygun seçim kanunu, 21 Nisan 1983 tarihinde kabul edilen 2820 sayılı kanunla 12 Eylül askeri yönetimi tarafından getirilmiştir.”Okurken sizleri de şaşırtacağını tahmin ettiğim bu yukarıdaki cümleyi, eski TBMM Başkanı ve Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde Başbakan Yardımcısı olan Kaya Erdem’in yeni yayınlanan anılarından aktardım. (Kaya Erdem, Demokrasinin İlk 50 Yılı – 12 Seçim, 37 hükümet, 4 Darbe, Doğan Kitap.)
Doğrusunu isterseniz, okurken şaşırmakla birlikte kendi kendime de bir hayli sinirlendim.
Sinirlendim çünkü aslında gayet iyi hatırladığım bir konuyu, genel bir yanlışa kapılıp unutmuştum.
Onun için de bu köşede iki de bir “12 Eylül’ün mirası siyasi partiler kanunu” diye tekrarlayıp duruyordum.
Erdem’in kitabı, hafızamın yerine gelmesine yardım etti.
Hem hatam nedeniyle sizlerden özür dilemek hem de işin doğrusunu tekrar hatırlatmak için Erdem’in anılarından bu işin nasıl olduğunu anlatacağım.
Söz konusu kanun, 1983 TBMM seçimlerinde uygulanmamıştı. Çünkü geçici 6. Maddesi, ilk uygulamanın 1988 seçimlerinde yapılmasını emrediyordu.
1983 seçimlerinde Turgut Özal’ın ANAP’ı, büyük bir sürpriz yaparak askerlerin desteklediği MDP’yi ve Necdet Calp’in HP’sini geçerek, tek başına iktidar oldu.
Ve 1986 yılında, siyasi partiler kanunu, ANAP’lı milletvekillerinin verdiği bir teklif ile değiştirildi, Erdem’in sözünü ettiği “en demokratik seçim kanunu”, 1988 seçimlerinde uygulanamadı.
Askerlerin 1983 yılında yaptırdığı ve 1986 yılında sivillerin değiştirdiği kanun, milletvekili adaylarının belirlenmesi için ön seçimi zorunlu kılıyordu.
Böylece milletvekili adayları, partilerin tüm üyelerinin katılacakları ve hakim gözetiminde yapılacak ön seçimle belirlenecekti.
Siyasi parti liderlerine bugün oluğu gibi bütün milletvekillerini tek başlarına belirleme hakkı tanınmamıştı.
Kanunun değiştirilmesinin sonuçlarını hep birlikte gördük.
Yasama organı olarak TBMM, iktidar partilerinin adeta emri altına girdi, yürütme gücü yasama gücünü kontrol eder oldu.
Bugün parlamenter sistemdeki tıkanmanın en önemli nedenlerinden biri de budur.
Çünkü milletvekillerinin kaderi, parti genel başkanlarının iki dudağının arasındadır.
Yürütme organının da başında olan ve TBMM’ye hakim olan parti lideri kimse TBMM’nin iradesi, onun vesayeti altındadır.
Milletvekilleri özgür iradeleriyle hareket edemezler, liderin iki dudağına bakan ve parmak kaldırıp indiren insanlar haline getirilmişlerdir.
Yakın siyasi tarihimizi merak edenlere, Erdem’in bu kitabını okumalarını öneririm.
———————————
 
Eski yanlış yola dönmeyelim
 
17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra, TBMM’de kabul edilen bir kanun ile telefon dinleme kararlarının alınması zorlaştırılmıştı.
Dinleme ve dinlemenin uzatılması kararları için Ağır Ceza mahkemesi üyesi 3 hakimin oybirliği şartı getirilmişti.
Ankara’daki terör saldırısının ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında toplanan güvenlik zirvesinde polisin istihbari dinleme yapmasının kolaylaştırılması da gündeme gelmiş.
Bununla ilgili haber önceki gün Hürriyet’te yayımlandı.
Habere göre, yeni yapılacak düzenlemeyle istihbari dinleme kararı şartları yeniden belirlenecek.
Dinleme kararı verilmesi için Ağır Ceza Mahkemeleri’nde görevli 3 kişilik heyet yerine, bir hâkimin kararı yeterli olacak.
Acil takip gerektiren durumlarda Sulh Ceza Hâkimlikleri ile nöbetçi mahkemelerden de dinleme ve teknik takip kararı alınabilecek.
Somut delil ve kuvvetli şüphe olmadan da güvenlik açısından risk taşıyan konularda dinleme kararı verilebilecek.
Terör örgütleriyle ilgili halen Ağır Ceza Mahkemeleri’nde alınan dinleme kararları, nöbetçi mahkemelerden de çıkarılabilecek, 3 aylık dinleme süreleri gerekli görüldüğünde yine aynı koşullarda uzatılabilecek.
Fethullah Gülenci polis çetesi, geçmişte benimle ilgili olarak da “mafya üyesi” olduğum gerekçesiyle, adımı vermeden, telefonumun IMEI numarası ile dinleme kararı aldırtmıştı.
Şimdi aynı yolun yeniden açılmak istendiği görülüyor.
Telefonumun dinlendiğini bilmediğim günlerde, telefon dinleme kararlarının kolayca verilebiliyor olmasını çok eleştirdim.
Bunun polisin suçu takip ederken kullanması gereken yöntem ve taktikleri geri plana atacağını yazmıştım.
Nitekim öyle de olmuştu ve suç takibi sadece telefon dinlemeye indirgenmişti.
Terör suçlarıyla ilgili istihbari dinlemenin önemini inkar ediyor değilim.
Dünyanın demokratik ülkelerinde de bu suçun takibinde, iletişimin izlendiğini ve bunun önemli olduğunu biliyoruz.
Ancak bu işlemin tek bir hakimin kararına bırakılmasının nasıl sonuçlar doğurduğunu da geçmiş uygulamalardan biliyoruz.
Gazetecilerden tutun da şarkıcılara kadar akla geldik gelmedik herkes böyle suçlamalar ve önceden ayarlanmış bir tek hakimin kararıyla dinlendi.
Eski uygulamanın yanlışları nedeniyle de ağır ceza hakimlerinin oy birliği ile dinleme kararlarının çıkartılabilmesi düzenlemesi yapılmıştı.
Terör gerekçesiyle yine eski yanlış uygulamaya dönmek, sıradan vatandaşların da Anayasal haklarının çiğnenmesine, eskiden olduğu gibi yol açabilir.
Bu yanlış yola yeniden girmeyelim.
——————————