BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, edebiyatçılarla bir kahvaltı yaptı.
Bir süredir ülkenin sanatçılarıyla buluşup sohbet ediyor, görüşlerini dinliyor, soruları yanıtlıyor.
Bunun küçümsenmemesi gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.
Memleketimizin sanatçılarının, bir kahvaltı süresi kadar da olsa Başbakan ile buluşmaları, tanışmaları, Başbakan’ın onları tanıması iyi bir şey.
Ama tanışmanın “Merhaba, nasılsınız” konuşmalarından ve sorulan iki üç soruya yanıttan ibaret kalmaması gerekir.
Sonuç olarak bir edebiyatçıyı “tanımak” bundan ibaret değildir.
Başbakan’ın kitap okuyacak vakti olmadığını, arkadaşlarının kendisine hazırladığı özetlerle yetinmek durumunda kaldığını söylediğini de hatırlıyorum.
Demek ki “tanışma” bu kahvaltıdan ibaret kalacak.
Başka memleketlerde de böyle oluyor mu, bilmiyorum. Yani ülkenin başbakanı, sanatçıları bir kahvaltıya davet ettiğinde bu davete büyük bir çoğunluk katılıyor mu?
Daha çok muhalif sanatçıları tanıdığım için, buna pek ihtimal de vermiyorum.
Sonuç olarak sanatçı dediğimiz insanın hayatın içinde bir duruşunun olduğunu da varsaymamız gerekiyor ve özellikle Batı’da siyasal güç sahipleri ile başlarının pek hoş olmadığını da yazıp çizdiklerinden biliyoruz.
Bunu katılımcılara bir “eleştiri olsun” diye söylemiyorum. Ama bana göre sanatçı dediğin de, bir halk deyişiyle tarif edecek olursak, “Her hıyarım var diyene, tuz bende diye koşmamalı!”
Bir de Başbakan’ın danışmanları için küçük bir not vereyim:
Başbakan’ın konuşmasını okudum, bir malumatfuruşluk örneği. Oraya gelen insanların hemen tümü, özellikle edebiyat ile ilgili konuları daha iyi yazıp, anlatabilirler.
Onlara yapılacak konuşma biraz daha içerikli ve merak edilenlere yanıt vermeyi amaçlıyor olsaydı, daha çok iye yarardı!
CHP geç kaldı
Başbakan, belli ki bu işi bir inatlaşmaya döndürmek istiyor.
Gazetelere yansıyan haberlerden öğrendiğime göre CHP, TBMM’deki oylamalar sırasında olumlu bulduğu maddelere kabul oyu verecek, ancak paketin tümü oylandığında “hayır” oyu verecekmiş.
Bunu nasıl kontrol edebilecekler, bilemiyorum. Aynı sorunu AKP de yaşayacaktır. Eğer bizim demokrasimizde sıkça rastlandığı gibi kimin ne oy verdiğini kontrol edecek “yaratıcı mekanizmalar” bulunmazsa fireler kaçınılmaz olacaktır.
CHP, Anayasa paketi ilk ortaya atıldığında, bugün izlediği politikayı izlemiş olsaydı siyaseten daha doğru bir tutum sergilemiş olacaktı.
“Uzlaşalım” diye kapıya geleni, bir çay ısmarlayıp göndermek ve sonra böyle bir öneriyle ortaya çıkmak, uzlaşma gibi konularla başı hoş olmayan Başbakan’ın işine yaradı.
CHP’nin TBMM’deki oylamada izleyeceği yöntem, eğer işleyecek olursa pratikte bir sonuç doğurmayabilir.
Ancak, iktidar partisinin niyetinin ne olduğunu böylece topluma göstermek de mümkün olacaktır.
Birbiriyle ilgisiz birçok konuyu bir pakete doldurup, sonra hepsi için “evet mi, hayır mı” diye sorma garipliğini bu politika gözler önüne serecektir.
Demokrasimizin önemli bir sorunu
Dünkü gazetelerin bazıları bu tesadüfe dikkat çekiyordu. Doğrusunu isterseniz haberin başlığını gördüğümde ben de aynı tepkiyi vermiştim.
Bizde ölülerin arkasından kötü konuşmak hoş karşılanmaz. Ben de konuşmayacağım.
Ama Ali Elverdi’nin yaşamöyküsündeki bir detayı hatırlatmama engel yok.
Kendisi 1977 seçimlerinde Adalet Partisi’nden milletvekili seçilmişti.
Zaten, üç genç hakkında verdiği idam cezasının uygulanabilmesi de yine zamanın Adalet Partisi mensubu milletvekillerinin kaldırdıkları parmak ile mümkün olmuştu.
Denebilir ki 12 Mart dönemi, hukukun rafa kaldırıldığı, özgürlüklerin üzerine şalların örtüldüğü bir dönemdi. Ali Elverdi olmasa, aynı kararı verebilecek onlarca askeri yargıç bulunabilirdi.
Evet, doğru, bulunabilirdi.
Ama Adalet Partili milletvekillerinin seçenekleri vardı. Hadi diyelim ki CHP’liler gibi ret oyu vermek istemediler, TBMM’ye gelmek ve “asalım” diye parmak kaldırmak zorunda mıydılar?
Türkiye’de demokrasinin sorunlarını hep tek parti dönemine, İsmet İnönü’nün bürokratik merkeziyetçi yönetimine bağlamak gibi bir düşünce bugünlerde de moda biliyorsunuz.
Ama demokrasimizin bunun kadar önemli bir başka sorunu ise Türkiye’nin “merkez sağcılarının” yeterince demokrat olmamalarıdır.
İdam kararı veren askeri yargıç ile zamanın en büyük merkez sağ partisinin iki kere kesişen çizgileri, bunun bir örneği.
Ali Elverdi’nin ölümü vesilesiyle bunu bir kez daha hatırlatmak istedim.