HAFTA başında Hürriyet’in Frankfurt tesislerinde Almanya Başbakanı Angela Merkel’i dinlemiştim.
Hafta sonunda da İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda Dünya Radyo Televizyon Müzesi Danışma Kurulu’nun yemeğinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı dinledim.
İki konuşma arasında bir kıyaslama yaptığımda vardığım sonuç şu oldu: Başbakan Erdoğan’ın konuşması, içeriğinde işlediği konu ve vurgu yapılan konular itibarıyla daha doyurucu ve daha etkileyiciydi.
Ancak iki konuşma arasında, benim gibi dinleyiciler açısından çok önemli bir fark daha vardı.
Merkel, sesini yükseltme gereğini duymadan, yumuşak bir ses tonuyla konuşurken, Erdoğan adeta bir meydan mitingindeymiş gibi yüksek sesle konuşuyordu.
Ve konuşmasındaki bu şiddetli üslup, ne yazık ki konuşmanın içeriğinin önüne geçti.
Bizler bu duruma alışkınız ancak, hepsi dünyanın en büyük televizyon kuruluşlarının yöneticileri olan davetlilerin şaşkınlığa düştüklerini söyleyebilirim.
Başbakan, imam hatip lisesinde öğrendiği ve Türkiye’de işe yarayan bu tarzından, özellikle uluslararası toplantılarda vazgeçmeli diye düşünüyorum.
Sonuç olarak yabancılara bir mesaj vermek isteniyorsa, anlamadıkları bir dille azarlandıklarını zannetmemeleri gerekiyor.
Çocukları Milli Eğitimden Mahrum Etme Bakanı!
BAZEN kendi kendime soruyorum: Acaba Milli Eğitim Bakanı’na fazla mı yükleniyorum diye.
Sağ olsun, her gün yeni bir “icraat” ortaya koyarak bana kesinlikle haklı olduğumu düşündürtüyor.
Okullar bugün açılıyor ama Anadolu Liseleri’nin boş kontenjanları hálá doldurulmadı.
En az beş bin öğrencinin Türkiye’nin en iyi okullarında okuma olanakları çalındı, gelecekleriyle oynandı.
Liselerin üç yıl olduğu dönemde hazırlık okuyan ancak bu yıl sınıfta kalan öğrencilere reva görülen muamele ise daha iç acıtıcı.
Bu öğrenciler sanki vebalılarmış gibi “özel sınıflara” alınacaklar. Özel sınıf açmak için gereken 7 öğrenci bulunamazsa, bu öğrenciler başka okullara nakledilecekler. Başka okula nakledilmek istenmeyene Milli Eğitim’in tavsiyesi ise “açık lisede okuyun”!
Bu çocuklara kaldıkları derslerden sorumlu olarak bir üst sınıfa devam olanağı sağlanmadığı için birçok öğrenci liseyi neredeyse 21-22 yaşında bitirmek zorunda kalacak.
Bütün bunlara bakınca Milli Eğitim Bakanı’nın amacı bu çocukların okumasını sağlamak mı, yoksa okuldan soğutarak cahil bırakmak mı diye düşünmeden edemiyorum.
Ve bakan beyin son icraatı ise yurtdışına gönderilecek öğrencileri seçmek için yapılan sınava siyaseti sokmak.
“Mülakat” yapıyoruz gerekçesiyle yurtdışında okumayı gerçekten hak eden öğrenciler bu haktan yararlanamayacak, yerlerine hükümetin siyasi görüşlerini beğendikleri öğrenciler gönderilecek, devletin bursları tarikat hesapları için kullanılacak.
Geçenlerde Milli Eğitim’i bu bakandan kurtarmak gerek diye yazmıştım.
Yine söylüyorum: Türkiye’deki demokratik güçlerin ilk ve öncelikli hedefi Milli Eğitim’i bu bakandan kurtarmak olmalıdır.
En çok Bush sevinmiş olmalı
İSLAM dünyasında Papa’ya yönelik tepki büyürken ortaya çıkan fotoğraf her halde en çok Başkan Bush’u memnun etmiş olmalı.
Sakallı adamların sıkılmış yumruklarının yayımlandığı fotoğraflar, Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya yönelik “Şiddeti körüklemeyin” çağrısı ile tamamlanıyor.
İslam dünyası, bir kez daha provokasyona son derece açık olduğunu gösteriyor.
Papa; adı üzerinde Katolik Hıristiyanların lideri!
İslamiyet hakkındaki temel düşüncelerinin ne olduğunu kestirebilmek de zor değil.
Müslüman din adamları, Hıristiyanlar için ne düşünüyorlarsa, Papa da Müslümanlar için onu düşünüyor, bunda şaşılacak bir durum yok.
İki tarafın da birbirinin kitaplarını kutsal kabul etmekle birlikte “yanlışlığını” savundukları da bir sır değil.
Papa’nın gözünde Müslümanlar káfir, Müslümanların gözünde Papa ve Hıristiyanlar káfir!
Dolayısıyla teolojik bir tartışmayı, siyasi bir zemine sürüklemekten kimsenin elde edebileceği bir yarar yok.
Dünyayı yeniden şekillendirme stratejisini “medeniyetler çatışması” kılıfına uydurmuş Bush’tan başka!
Not: Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, “Papa’nın konuşmasının tam metnini okumadan mı demeç verdi” sorum üzerine aradı ve şunları söyledi:
“İlk gün demecimi verirken dış ilişkilere bakan arkadaşlarımıza Papa’nın sözlerini sordum ve demecimi öyle verdim. Sizin yazınızın yayımlandığı gün de tam metni buldurup okudum ve görüşlerim değişmedi.”