Başbakan’a bir uyarı
ARTIK ortaya çıktı ki Başbakan kimseyi korkutmayı başaramıyor.
Sosyal medyada insanlar artık korkusuzca, isimlerini de vererek Başbakan’ın konuşmalarına yanıt yetiştiriyorlar.
Meydanlarda da durum farklı değil.
Biber gazına, polis copuna, TOMA’dan sıkılan kimyasallara aldırmıyor, kendilerinin de var olduklarını gösteriyorlar.
Yargıyı kendisine bağladı, seçimden sonra Baas rejimlerindekine benzer bir “istihbarat devleti” kuracak kanunu da çıkaracak ama öyle görünüyor ki artık cin şişeden çıktı, yeniden korkutulup evlerine döndürmenin olanağı yok.
Seçim kazanmak için, kendi tabanını konsolide etmek için yürüttüğü gerginlik ve kendisine oy vermeyenleri yok sayma politikası sonunda dönüp, kendisini vuran bir silaha dönüşüyor.
Korku duvarındaki ilk göçüğü Gezi protestoları sırasında takındığı tavır ile yaratmıştı.
Polisin aşırı şiddeti, bugüne kadar sokaklara dökülmemiş kitleleri harekete geçirdi.
17 Aralık’tan sonra ortaya dökülen rezillikler, toplumun bir kesiminde ona duyulan saygıyı da yerle bir etti.
Bugün 14 yaşında, polisin hedef gözeterek attığı gaz fişeği ile komaya girdikten sonra kaybettiğimiz Berkin Elvan’ın cenazesi var.
Başkalarının da canının yanmaması için polisine emir versin ve cenazenin olaysız olarak kaldırılmasının zeminini yaratsın.
Polisin eski alışkanlığı ile yol açabileceği gerilim, kitlelerin evlerine dönmesine değil, daha da hırslanmasına yol açıyor.
Üç–beş oy fazla alacağım, yolsuzlukları sandıkta unutturacağım diye, başkalarının da kanına girmesin!
Yüce Divanlık başrol!
DÜN biraz eski defterleri karıştırdım. Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde Türkbank’ın satılıp, “kendine bağlı bir medya gücü oluşturması” ile ilgili suçlamalarla Yüce Divan’a gönderildiği dönemde, AKP’lilerin neler söylediğini okudum.
Soruşturma Komisyonu Başkanı AKP’li Mustafa Demir, “Mesut Yılmaz ve Güneş Taner’in, Türkbank’ın kime verileceğini belirlediklerini, yeni bir medya gücü yaratmak için Korkmaz Yiğit’i kullandıklarını” söylüyor mesela.
Komisyon üyelerinden AKP’li Muzaffer Külcü de şöyle diyor: “Yılmaz bu senaryoda başrolü kendisi üstlenmiş, başkalarına da küçük roller vermiştir. Hazine’den 500 milyon dolar kredi desteği sağlanmıştır.”
O günlerde en çok söylenen sözlerden biri de şu: “Siyasi iktidar, kendisine bağlı medya ve sermaye yaratmak için kamu kaynaklarını hoyratça kullanmıştır.”
Bugünün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, gelecekte Yüce Divan’a gönderecek TBMM oturumlarında da bu sözlerin aynısını söyleseniz, kimse yadırgamaz.
İhaleleri istediğine veriyor, kimi zenginleştireceğini o seçiyor, kendisine bağlı medya gurubu yaratmak için ihale verdiği işadamlarına havuzlar kurdurtuyor, onlara kamu bankalarından kolay krediler açılmasını sağlıyor.
Kendisine hediye edilen villaları, büyük projelerin yapılacağı yerlerdeki arazileri kapattırmaları, çocuklarına gemi filoları kurdurmasını, evinde milyonlarca dolar nakit para bulunmasını saymıyorum bile!
Başrolü kendisi üstlenmiş, bakanlarına, danışmanlarına da küçük roller dağıtmış!
Yüce Divan yolunun da giderek kısaldığını sanıyorum kendisi de görüyordur.
Sırf bu nedenle “üç dönem” kuralını bozmayarak, Çankaya’ya çıkıp, ebedi dokunulmazlık peşine düşeceğini de tahmin etmem bu nedenle hiç zor değil.
Kurular da dışarıda, olan yaşlara oldu
ERGENEKON davasında kararın üzerinden yedi ay geçmesine rağmen gerekçeli karar yazılamadı ve tutukluluk süresinin 5 yıla indirilip, özel yetkili mahkemelerin de kaldırılmasıyla birlikte tutuklu sanıklar salıverildi.
Mahkeme gerekçeli kararını bu süre içinde yazmadı, çünkü yazamazdı!
Sanıklar arasında nasıl bir bağlantı olduğu ortaya koyulamadı, var olduğu iddia edilen örgütün hiyerarşisi belirlenemedi, aralarındaki emir–komuta ilişkisi ve bu ilişki sonucunda verilen emirler ile işlenen suçların ne olduğu açıkça ortaya konamadı.
Çünkü bu dava, özel niyetli savcılar ve yargıçların elinde, her cinsten muhalefeti sindirmek amacıyla bir torba davaya dönüştürüldü.
Bu davanın yıllarca süreceğini, ortaya elle tutulur bir örgüt konulamayacağını iddianameyi okuyan herkes görebilirdi.
Türkiye’de devlet içindeki bazı güçlerle organize olmuş ve yasadışı eylemler yapan bir örgütün varlığı sır değildir.
Kimisi buna “derin devlet” diyor, kimisi Ergenekon, isminin ne olduğunun bir önemi yok.
Ama biliyoruz ki bu örgüt cinayetler işledi, aydınları, Kürtleri öldürdü ya da öldürttü.
İddianame açıklandığında, bu iddianame ve kanıtlarla, bu örgütün ortaya çıkarılmasının mümkün olmadığını yazmıştım.
Gerçek suçluların da cezasız kalmasına yol açacak savunma hakkı ihlallerine, gizli tanık ifadeleriyle kurulan suç ilişkilerine dikkat çekmiş ve “Varsa sanıklar arasındaki gerçek suçlular da bu nedenle cezasız kalacaklar” diye not düşmüştüm.
O vakitler Başbakan bu davanın savcısı olduğunu söylüyordu.
Hak ihlallerine dikkat çeken benim gibi insanlar ise “Ergenekon davasını itibarsızlaştırmak” diye uydurulmuş bir gerekçeyle suçlanıyorduk.
Hükümetin, Cemaat ile el ele vererek, insanlara korku salıp memleketi bir cezaevine dönüştürme projesi haline getirilen dava, sonunda gerekçesi bile yazılamayan bir mahkeme kararıyla neticelendi.
Sanıkların arasında varsa suçlular da artık serbestler.
Bu arada olan suçsuz yere yıllarca hapishanede çürütülenlere oldu.
Bunun olacağını söylediğimizde “Kurunun yanında birkaç yaş da yanabilir” diye yanıt veriyorlardı.
Şimdi kurular da dışarıda, olanın hepsi yaşlara oldu!