Bu bir beddua değil!
KÜÇÜCÜK bir çocuk öldü.
Niye?
Kimse bunun yanıtını bilmiyor.
Normal gelişim sürecini yaşamış, 14 yaşındaki bir erkek çocuğunun boyu 1 metre 55 santimetre civarında olmalı. Anne-babası çok uzunsa buna 3–5 santimetre daha ekleyebilirsiniz.
Polis olmak için asgari şartlardan biri erkekler için 1 metre 67 santimetre.
Bir gaz fişeğinin 45 derece ile atılması gerekiyor, eğer kurallara uyacaksanız.
Ortaokulda, lisede okuduğunuz gibi basit bir trigonometri hesabı ile yapacak olursak, dik kenarı 167 santimetre olan bir üçgenin köşe kenarını merkez alan bir noktadan 45 derece bir çizgi çizerseniz, bu çizginin yüksekliği 170 santimetrenin çok üzerine çıkıyor olmalı.
Bu hesabı sizler için yapabilirdim, eğitimim buna uygun, ama içimden gelmiyor.
Boyu en az 167 santimetre olan bir polis, boyu en fazla 160 santimetre olan bir çocuğun kafasına bir gaz fişeği isabet ettirebiliyorsa, buna tesadüf diyemeyiz.
Çünkü biliyoruz ki o fişeğin 45 derece açı ile atılması gerekir.
Evet, bu fişeğin Berkin’e ya da Mustafa’ya, Cem’e, Mehmet’e isabet etmesi, o kişilerin şansları ile ilgilidir ama fişeği atan bilir ki o fişek birisini kafasından, gözünden, göğsünden vurabilir.
Fişeğin Berkin’e isabet etmiş olması, Berkin’in talihsiz kaderiyle ilgiliydi. Ama onun yerine başka bir insan evladına da gelebilirdi. O fişeği atan bunu biliyordu, bilerek attı ve Berkin’i vurdu.
Bunu yapmış olmasının nedeni, kendi kişiliği değil.
O da bir insan evladı, onun da annesi, babası, çocukları, sevdiği bir kadın var ve bilerek, isteyerek kimseyi öldürmek istemez.
Biz bu memlekette birbirimizi tanırız.
Siyasal görüşümüz, hayat anlayışımız ne kadar farklı olursa olsun, kimsenin çocuğunu öldürmek istemeyiz.
Biz bu memlekette, aslına bakarsak içi çocuklara sevgiyle dolu insanlarız.
Siyasal görüşlerimizden, yaptığımız işlerden bağımsız olarak çocukları severiz.
Canlarının yanmasını istemeyiz, ağlamalarına tahammül edemeyiz.
Benim yaşıma gelenler, artık bir küçük çocuk sahibi olamayacaklarını bildikleri için de mutlaka bir torun isterler ki içleri yaşama sevinciyle dolsun.
Ama o polis, artık her kimse, o fişeği bunları hiç düşünmeden sıktı.
Çünkü ona böyle emredilmişti, görevi emirleri tartışmak değildi, yerine getirmekti ve hiç istemediğine inandığım bir duruma yol açtı.
Bunun sorumlusu, o çok genç olduğunu tahmin ettiğim polise, o emri verendir.
Hukuki sorumlusu da odur, vicdani sorumlusu da!
Ama göreceksiniz ki o gerçek sorumlu bu işten hasarsız olarak kendisini kurtaracak.
Tek düşüncesi çocuklarına iyi bir gelecek sağlamak, eşini mutlu etmek ve evinde huzur bulmak olan bir polis memuru, günah keçisi ilan edilecek ve bütün suç onun üzerine yıkılacak.
Oysa esas suçlu en tepede!
O en tepedeki, meydanlarda herkesi yüksek sesle azarlıyor.
Hiç utanmıyor ki kendi çocukları gemiler, vakıflar sahibi olarak milyonlarla oynarken, benim kara kaşları birbirine bitişik, mahzun bakışlı Berkin’im kara toprağın altında!
Hiç utanmıyor ki, yola beraber çıktığı insanlar üç kuruşla geçinmeye, çocuklarını okutmaya çabalarken, kendisi milyon dolarları beğenmiyor.
Hiç utanmıyor ki, bir yandan Allah’tan, kitaptan söz ederken, diğer yandan aklındaki tek şey yeşil dolarlar.
Utanma duygusunu kaybetmiş, Allah kimseye vermesin!
Zannediyor ki bugün alacağı yüzde şu kadar oy kendisini aklamaya yetecek.
Zannediyor ki omzunun bir kenarında durup günde beş kere selam verdiği melek bunları görmüyor!
O görüyor, biliyor!
Ve bunları bir gün fitil fitil burnundan getirecek!
Öteki tarafa geçmeden hem de! Bu dünyada!
İlahi adalet diye bir şey varsa, ki bu ülkenin yüzde doksan küsuru bunun varlığına inanıyor, onun gerçekleştiğini hayattayken göreceğiz.
Biz onun kadar kötü kalpli değiliz, bunun acısını, Allah çoluğundan çocuğundan değil, bizzat kendisinden çıkarır diye ümit etmek istiyorum.
Ölen her çocuk için ağlamıyorsanız insan sayılmazsınız
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu buyurmuş ki “Berkin’in ölümü bizim iç işimizdir”. İma ediyor ki kimse karışamaz, çocuk öldü ama sizi ilgilendirmez!
Hayır bayım, herkesi ilgilendirir, bu basit bir iç mesele değildir.
Eğer iddia ettiğiniz gibi demokratik dünyanın bir parçasıysak, bu herkesin sorunudur.
İnsan haklarının ihlali, küçük bir çocuğun devlet marifetiyle ölümü “iç mesele” değildir.
Mekânları cehennem olsun, Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, Hafız Esad da tıpkı böyle düşünüyorlardı.
“Kimin öldürüldüğü benim iç meselemdir, başkasına ne?”
Eğer demokratik dünyanın bir parçasıysanız, Helsinki’de bisikletle işine giden de bunu kendisine dert edinir, Stockholm’de ızgara somon yiyen de, Londra’da parkta sabah koşusuna çıkan da!
Üzülecek kendi dertleri olmadığı için değil. Elbette onların da bir sürü dertleri vardır, onlar ile meşguldür zihinleri.
Ama insan olmaktan kaynaklanan meseleleri vardır.
Onlar Rabia Meydanı’nda öldürülen küçük kızlara da üzülürler, Berkin’e de, Afganistan’da 7 yaşında evlendirilen kızlara da!
Dinleri farklıdır, ama özünde insan oldukları için bunları dert edinirler, kendi çocuklarına sarılırken o talihsiz çocukları hatırlarlar. Bir yandan hallerine şükrederler, diğer yandan dünyada böyle durumların yaşanabiliyor olmasına isyan ederler.
Bizim Başbakanımız Rabia’da, faşistlerin öldürdüğü küçük çocuklar için ağlayabiliyor.
Ama sıra Berkin’e, Ali İsmail’e, Ethem’e gelince ağlamamakla kalmıyor, içinden bir “Oh olsun” bile diyebiliyor.
O zaman anlıyoruz ki Rabia’da diktatörün kurşunlarıyla ölen kız için döktüğünüz gözyaşı da yalan!
Vicdanı olan bir insan çocuklar arasında ayrım gözetemez.
Bunu yapabiliyorsa, bilin ki başka çocuklar için döktüğü gözyaşları da yalandır, rol icabıdır.
İnançlı insan rolü yapıyorsunuz, belki gerçekten de inançlısınız, ben bilmem, Allah bilir.
Ama kuşku duymayın ki ölüp giden her çocuk için ağlayamıyorsanız insan sayılmazsınız.