Başbakan’dan tehlikeli bir yaklaşım
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Strasbourg’a giderken uçakta gazetelerin genel yayın müdürlerinin sorularını yanıtladı.
Sohbet Yunanistan ile ilişkilerden açılınca Başbakan şöyle demiş: “Dora Bakoyani’ye de söyledim. Durup durup Ruhban Okulu diyorsunuz. Peki, bizim oralarda camilerimiz var, onları niye onarmıyorsunuz ya da en azından onarmamıza izin vermiyorsunuz? Bakın biz kiliseleri tamir ettiriyoruz. 180 parça azınlık vakfı gayrimenkulünün tapularını verdik. Yargı süreci bittikçe diğerlerini de vereceğiz. Peki nerede bunun karşılığı Yunanistan’da?”
Başbakan ve Dışişleri Bakanı, buna benzer sözleri sık sık söylüyorlar.
Ben de bu köşede bu tür sözlerin altında yatan tehlikeye dikkat çektim daha önce. Onlar söylemekten vazgeçmediklerine göre, ben de eleştirmekten vazgeçmemeliyim diye düşünüyorum.
Türkiye sınırları içindeki kiliseler, bize ait kültürel miraslardır. Onları onarmamız, gelecek kuşaklara sağlam bir şekilde aktarmamız, bizim tarihe ve kültürel servetlerimize karşı sorumluluğumuzdur. Bunu yapmamak “ayıplanacak” bir davranıştır.
Yunanistan’ın kendi ülkesindeki kültürel mirasları, camileri ve başka Osmanlı eserlerini tamir etmemesi de Yunanistan’ın ayıbıdır. Ve aslına bakarsanız bu konuda ne bizim bir söz söylemeye hakkımız var, ne de Yunanistan’ın. İki ülkede tahrip edilen, yıkılıp yok edilen cami ve kiliseleri saysak bitiremeyiz.
Bu konuyla ilgili bu tür bir karşılıklılık ilişkisi kurmak, Yunanistan’a, Türkiye’deki kiliselerle ilgili söz söyleme hakkı vermek demektir ki bunun doğru olmayacağını tartışmak bile gereksiz.
Azınlık vakıflarına ait mülklerin geri verilmesine gelince: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ait ve geçmişte haksız yere el konulan malları sahiplerine iade etmek, hukuk devleti olmanın bir gereği midir, yoksa Yunanistan’a yapılmış bir jest midir?
Türklerin anadili Arapça mı?
BAZI İslamcı çevrelerin, Müslümanlığı bir tür “Arapçılık” haline getirdikleri bir sır değil.
Ve bu tutum bazen öyle bir hal alıyor ki en koyu Arap milliyetçisinin bile söylerken kırk kere tereddüt edebileceği şeyler yazılıp çizilebiliyor.
Yeni Şafak’ta Nazif Gürdoğan’ın geçen gün yayımlanan yazısı da böyle bir yazıydı.
Gürdoğan, Kuran’ın ve Müslümanların ibadet dilinin Arapça olduğundan yola çıkarak “Arapça bütün inananların anadilidir” diye yazıyor.
“Arapça, dillerin anasıdır” diye de hükmünü tamamlıyor.
Gürdoğan’ın düşünce zincirini takip edersek, Türkçe’nin Türklerin anadili olmadığı gibi bir sonuca ulaşıyoruz.
Müslümanların ibadet ederken kullandıkları dilin dünyanın her yerinde Arapça olması, anadillerinin de Arapça olmasını gerektirmiyor.
Ben kendi adıma kendi dilimden memnunum. Eminim ki Türklerin ezici çoğunluğu da benim gibi düşünüyor.
Müslümanlık ile Arapçılığı birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Bizi farklı kılan kadınlardır
İSTANBUL Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bu yıl bitiren öğrenciler arasında bölümlerinde ilk üç dereceyi alan öğrencilerin tümü kız öğrenciler oldu.
Bu konuyla ilgili haberi dünkü Hürriyet’te okumuş olmalısınız.
Aydın Doğan Vakfı’nın basın-yayın fakülteleri öğrencileri arasında düzenlediği yarışmalarda da dikkatimi çeken bir durum bu. Ödüllerin çoğunu genellikle kız öğrenciler kazanıyor.
Bunu sadece kızların çalışkan, erkeklerin tembel olmalarıyla açıklayabilmek mümkün değil diye düşünüyorum.
Evet, kızlar daha çok çalışıyorlar; çünkü günümüzün erkek dünyasında önyargıları yıkarak, sıyrılıp öne çıkabilmeleri ancak böyle mümkün olabiliyor.
Öte yandan Türkiye, siyaset dışı tüm alanlarda kadınların öne çıkmaya başladıkları bir ülke oldu.
Birçok uluslararası toplantıda bunu çıplak gözle görmek mümkün.
Zaman zaman Müslüman toplumların neden geri kaldıklarını tartışıyoruz. Ortaya çıkan en önemli etkenlerden biri de bu toplumların çoğunda kadınlara kendilerini eğitip geliştirme ve iş yaşamında öne çıkma fırsatı verilemiyor olduğu gerçeği.
Toplumsal potansiyelinin sadece bir bölümünü (erkekleri) kullanabilen halklar kaçınılmaz olarak geri kalıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, kadınları toplum içinde erkeklerle eşit hale getirmek için o günün koşullarında ne kadar mücadele ettiğini hatırlayalım.
Bugünün Türkiye’sini, diğer Müslüman toplumlarından ayıran en önemli farkın burada yattığını unutmayalım.