Ben de öyle Mehmet Bey!
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’da düzenlenen bir baloda onur konuğu olarak yaptığı konuşmada “Ben etnik olarak Kürt’üm. Türkiye’nin Güneydoğusu’ndan geliyorum. Annem babam da Kürtçe biliyordu. 6-7 yaşına kadar Türkçe okuyamadım” dedi.
Konuşması yanlış tercüme edilmiş olabilir mi diye dikkatle baktım, birkaç gazetede aynı şekilde yayımlanmış.
Mehmet Şimşek, uzun yıllar yurtdışında yaşadı, siyasette yeni.
Bu nedenle bazen “uzaydan gelmiş gibi” konuşması makul görülebilir. Ancak Mehmet Şimşek Bey’e unuttuğu bir şeyi hatırlatmam da gerekiyor ki aynı şeyi başka yerlerde de tekrarlayıp, komik duruma düşmesin!
Mehmet Bey, ben Kürt kökenli değilim ama ben de Türkçe okumayı ancak altı bitip, yedi yaşıma girerken öğrendim. Kızım da aynı durumda! Üzerine özel olarak düşülmemişse, bu memlekette yaşayan başkaları da!
Çünkü Türkiye’de ilkokula bu yaşlarda gidiliyor, okuma yazma da o yaşlarda öğreniliyor.
Yani bu durumun Kürt olmakla, Türk olmakla, Arap olmakla bir ilgisi yok!
“Kürt açılımı” için “anadilde eğitimin gerekliliği” ile ilgili böyle örnekler veriliyorsa, yanlış bilgiye dayanıyor.
Bunun adı ‘siyaset yapmak’ mı?
TÜRKİYE ’de siyaset yapma biçiminin bazen en basit bir meseleyi bile ne kadar karmaşık hale getirdiğinin son örneği, Recep Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal arasındaki mektuplaşmadır diye düşünüyorum.
Hükümet, ayrılıkçı terör sorununu çözmek için adına önce “Kürt açılımı” sonra “demokratik açılım” dediği bir süreci başlattı.
Bazı parti yöneticileri ile görüşüldü. Sivil toplum kuruluşlarıyla konuşuldu. Gazetecilerin, bilim adamlarının fikirleri alındı.
Bütün bunların gerçek bir siyasi sürece dönüşmesinin bir tek yolu vardı: Hükümetin, TBMM’de temsil edilen siyasi partiler ile konuşması, önerisini ortaya koyması ve çözüm için işbirliği yollarının aranması!
Bu, uzun süre yapılmadı. Tartışma, karşılıklı hakaretlere de varabilen demeçler savaşı şeklinde yürütüldü.
Ardından hükümetin CHP ile temas aradığını duyduk. Başbakan, CHP Genel Başkanı’na mektup yazacaktı. Uzun süre mektup gelmedi. Mektup geldi, Başbakan “Görüşelim” diyormuş, onu anladık.
Şimdi de ne yanıt yazılacağını bekliyoruz. Kelimeler üzerinde oynanıyor, tartışılıyor ama ne denileceği de belli gibi: “Gel ne düşünüyorsan anlat, biz de sana kendi fikrimizi söyleyelim!”
Bu kadar merasime ve işi bu kadar uzatmaya ne gerek vardı, anlayabilmek zor.
En başında yapılması gereken şey, yapılacak ama aradan koca bir ay daha geçti.
Başbakan’ın, parti liderlerinden bir randevu alıp, meseleyi konuşması için bu kadar merasime gerek var mıydı?
Uzun süre demeç yarıştırıp, uzlaşma alanını kamuoyunun önünde daralttıktan sonra yapılacak temastan nasıl bir fayda gelecek?
Siyaset, sorun çözmek için yapılır ve TBMM sorunlarımızı bizim adımıza çözsün diye seçildi.
Siyaseti bir çene yarıştırma mesleği haline getirmek, sorunlarımızın siyaset içinde çözülebileceğine olan inancı da zayıflatıyor.
Adayım Rıdvan Dilmen
MİLLİ Takım’ın Dünya Kupası elemelerinde başarılı olamaması Fatih Terim’in istifası ile sonuçlandı.
Normal bir gelişme. Futbolda böyle durumlarda istifa edilir, Terim de bunu yaptı. Bu başarısızlık, Terim’in eski başarılarını gölgelemeyeceği gibi, bundan sonra başarılı olamayacağı anlamına da gelmez. Yeter ki bu eleme sürecinden kendisine dersler çıkarmış olsun.
Şimdi yeni hocanın kim olacağı tartışılıyor.
Milli Takım Teknik Direktörü’nün sahip olması gereken vasıflar ile kulüp takımları teknik direktörlerininki kaçınılmaz olarak farklıdır.
Milli Takım’a mevkilerinin en iyi oyuncuları seçilir ve onlar hazır olarak takıma katılırlar.
Hocanın görevi, en iyileri seçmek, doğru taktik ve diziliş ile oynatmaktır.
Bunun için önyargıları olmayan bir teknik direktör daha doğru bir seçim olabilir ki onu da Türk teknik direktörler içinde bulabilmek biraz zor görünüyor.
Sanıyorum bir “yabancı hocadan” söz edilmesinin en önemli nedeni de bu.
Scolari gibi daha önce çalıştırdığı milli takımlarda başarılı olmuş bir hocayı düşünmek mümkün.
Ama doğrusunu isterseniz benim aklımdan Rıdvan Dilmen geçiyor.
Hem futbol zekâsı, hem de Türk oyuncuları ve onların ruh durumlarını yakından tanıması ve şu anda bir takım çalıştırmıyor olması nedeniyle.
Dünya futbolundaki gelişmeleri, yeni taktikleri dikkatle izlediğini de biliyorum.
Beni dinleyeceklerini zannetmiyorum ama yine de önermiş olayım!