Beşir Atalay, Washington’da da güldürdü
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Philip Crowley, geçenlerde Washington’daki Yabancı Basın Merkezi’nde bir basın toplantısı yaptı.
Basın toplantısında sorulan sorulardan biri de İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, ABD Büyükelçisi Ricciardone’ye yanıt verirken söylediği “Türkiye’de basın özgürlüğü Amerika’dan daha fazla” sözleri oldu.
Basın toplantısının tutanağı elime yeni geçti, sizlerle ilginç bulduğum bir şey paylaşacağım.
Cumhuriyet’in Washington Muhabiri Elçin Poyrazlar soruyor:
“Türk İçişleri Bakanı Türkiye’de basının ABD’den daha özgür olduğunu söyledi. Bu yorumu paylaşıyor musunuz?”
Crowley meseleyi tam olarak anlayamıyor: “Amerika’dan daha mı özgür?”
Muhabir tekrarlıyor: “Çok daha fazla!”
Muhabir böyle deyince salondan kahkahalar yükselmiş, tutanakta böyle belirtiliyor. Belli ki Washington’da görev yapan yabancı gazeteciler bu konuda Beşir Atalay ile aynı fikirde değil.
Crowley istihza dolu bir yanıt veriyor. Hem dalga geçiyor, hem de soruyu anlamamış görünmeye çalışıyor: “O halde anket düzenlemeliyim. Eğer Türk medyası daha iyi kâr getiriyorsa, bu ülkedeki bazı medyadan daha ileri de olabilirsiniz. Bence bu ülkedeki birçok gazeteci, sürdürülebilir bir iş modeli bulmaya çalışıyor.”
Bu sözler de salonda kahkahalarla karşılanmış.
Sonra Crowley devam ediyor:
“Bu ülkedeki (ABD’deki) özgür ve canlı basından çok gurur duyuyoruz. Bir istisna dışında, ABD’de son zamanlarda gazetecilerin hapse atıldığı bir anı hatırlayamıyorum. Türkiye’nin çok güçlü bir demokrasiye sahip olduğunun farkındayız. Türkiye’de yaşamış biri olarak, Türkiye’de çok canlı ve özgür bir basın olduğu gerçeğini teyit edebilirim. Ancak gazetecilerin spesifik olaylarda yıldırılmaya çalışıldığı durumlara ilişkin dair kaygılarımızı dile getirdiğimiz açıklamalarımızın da arkasındayız.”
Crowley’in “gazetecilerin yıldırılmaya çalışıldığı” sözlerine dikkatinizi çekerim.
Toplantıda bulunan gazetecilerin Beşir Bey için “Sen bizi güldürdün, Allah da seni güldürsün” şeklinde dua edip etmediklerini bilemiyoruz tabii!
Necmettin Erbakan’ın ardından
NECMETTİN Erbakan, hepimize bildiğimiz ama günlük kavgalarımız sırasında hiç aklımıza getirmediğimiz önemli bir gerçeği hatırlatarak hayata veda etti: Ölümlü bir dünyada yaşıyoruz! Necmettin Erbakan’ın siyaset sahnesinin önemli bir aktörü olarak ortaya çıkması ile benim gazeteciliğe başlamam aynı tarihlere denk geliyor.
CHP MSP koalisyonunun son aylarında gazeteciliğe başladım. Necmettin Erbakan da büyük bir partinin lideri olarak o yıllarda Türk siyasetinin “anahtarı” pozisyonundaydı.
Yankı Dergisi’ndeki küçük kadronun arasında yapılmış iş bölümünde MSP’yi izlemek genellikle Avni Özgürel ile bana düşerdi.
12 Eylül öncesinde Ankara’da çalıştığım için Anadolu’da birçok seçim gezisini izledim.
Birçok geceler, geç saate kadar parti merkezinde bir odaya tıkılmış olarak randevusuna gelmesini bekledim.
Rahmetli Hoca, randevularına pek sadık sayılmazdı. “Akşam 5’te gelin” der, gece 12’de “huzura” kabul ederdi.
Türk siyasetinin önemli isimlerinden biri olarak tarihe geçti.
Türkiye’de İslamcı ideolojinin ana akımının demokrasinin sınırları içinde kalması, büyük ölçüde onun lideri olduğu siyasi partiler sayesinde mümkün olabildi.
Ölümüne üzüldüğümü söylemeliyim, zaten bir ölümün ardından sevinmenin normal bir ruh durumu olmayacağına da inanırım.
Onunla ilgili küçük bir anımı anlatayım:
Avni Özgürel ile birlikte Hoca ile Meclis’teki odasında konuşuyorduk. O zamanın korkulu rüyası Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddeleri ile ilgili olarak bize “Bunları kaldırmak lazım. Komünist Parti de serbest olmalı” dedi. Sonra biraz durdu ve “Bunu şimdi yazmayın” diye uyardı.
Biz de Yankı Dergisi’nde şöyle yazdık: “Badem bıyıklı, gevrek sesli bir MSP yöneticisi Komünist Parti de serbest olmalı, 141, 142 ve 163. maddeler kaldırılmalı dedi.”
Herkes kim olduğunu anlamıştı tabii.
Ertesi hafta sonu bir Anadolu gezisine çıkarken bizi yanına çağırdı. Otomobilinde o tarihlerde kese kâğıtları içinde fındık fıstık olurdu. Bize de ikram etti. “Anlaşmamızı bozdunuz. Bir daha yaparsanız, bunlardan vermem” dedi!
Renkli ve esprili bir kişiliği vardı. Allah rahmet eylesin, yakınlarının, sevenlerinin başı sağolsun.
Ona çanak çömlek değil ‘insanlık mirası’ diyoruz
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, 57. yaşını Boğaz’ın iki yakasını denizin altından birleştiren tünelde verilen bir “sürpriz” partiyle kutladı.
Allah, çocuklarıyla birlikte sağlıklı, uzun ömürler versin dileklerimi iletiyorum.
Başbakan tünelin inşaatının geciktiğini, çok zaman kaybedildiğini de söyledi. Bunun “çanak çömlek peşinde koşmaktan” kaynaklandığını vurguladı.
Başbakan’ın “çanak çömlek” diye küçümsediği şey, Yenikapı ve Üsküdar’da tünel inşaatı nedeniyle ortaya çıkan tarihi eserlerdir.
Yenikapı’da eski bir liman ortaya çıktı, Üsküdar’daki kazıda da bu kentin çok eski tarihini aydınlatan arkeolojik kalıntılar ortaya çıktı.
Bu kentte böyle şeylerle karşılaşılması olağan bir durum sayılabilir. Binlerce yıllık yerleşime mekân olan, bir büyük kentten söz ediyoruz çünkü.
Başbakan’ın sözlerinden anlıyoruz ki ortaya çıkan arkeolojik eserleri görmezden gelmeli ve yıkıp geçmeliymişiz.
Oysa görüyorsunuz hem mümkün olduğu kadar o eserler ortaya çıkarıldı, kente ve insanlığa kazandırıldı, hem de tünel yapılabildi.
Bunlar sadece bize ait olan eserler değildir. Bu insanlığa kalmış bir mirastır ve onları korumak, herkesten önce o topraklarda yaşayanların görevidir.
Ankara’da oturup, sadece haritaya bakarak yol güzergâhı çizmek, ön araştırmalardan kaçınmak, işte böyle sorunlara yol açabiliyor.
Başbakan’ın gecikme nedeniyle kızacağı birileri varsa, onlar da arkeolojik mirası korumak isteyenler değil, yeterli çabayı göstermeden kâğıt üzerinde planlar yapanlar olmalıdır.