Bindik bir alamete
SALI akşamı NTV’deki Basın Odası’nın sonunda AKP ile CHP’nin Anayasa değişikliğinde uzlaşma olasılıkları konuşulurken şöyle demiştim:
“Artistleri tanıyoruz, filmin sonu iyi bitmeyebilir.”
“Artistler” beni yanıltmadılar.
Deniz Baykal, gerçekçi ve kamuoyunda da olumlu karşılanan bir öneri yapmıştı.
Sonra “Tartışmalı maddeleri seçim sonrasına bırakalım” diyerek AKP’nin eline, uzlaşmadan kaçma fırsatını verdi.
Başbakan ABD’ye giderken teklifi görüşebileceğini ihsas etmişti, dönüşünde “vicdan sahibi milletvekillerine sesleniyorum, gelin TBMM’den geçirelim” dedi.
Böylece Anayasa değişikliği gibi önemli bir konuda “uzlaşma” hayal edenler, hayal kırıklığına uğradılar.
Şimdi büyük olasılıkla, değişiklik paketi referanduma gidecek.
Böylece elmalar ile armutları aynı anda oylamak zorunda kalacağız.
Venedik Komisyonu’nun, referandumlarla ilgili kararı da hiçe sayılacak.
Unutmayalım ki o karar, halka birbiriyle ilgisiz değişikliklerin bir arada sunulmasını “serbest oy hakkının ihlali” kadar önemli sayıyordu.
Öyle bir TBMM seçmişiz ki en önemli konuları bile oturup birlikte konuşamıyorlar.
Her mesele derin bir krize ve bölünmeye yol açıyor, her olay toplumdaki ayrışmayı hızlandırıyor.
Bir alamete binmişiz, kıyamete doğru gidiyoruz, ama farkında bile değiliz.
‘Ulemaya sorma’ zamanı geldi
HATIRLAYACAKSINIZ, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, türban yasağı ile ilgili kararını eleştirirken “ulemaya sordunuz mu” demişti.
AİHM’nin bundan sonraki kararlarında “ulemaya” danışmayacağına kuşku yok ama bundan sonra Türkiye’deki ilaç ve ilaç dışı klinik araştırmaları değerlendirecek etik kurulu, bunu “ulemaya soracak”.
Sağlık Bakanlığı, bu etik kurulda bir “ilahiyatçı” bulunmasını zorunlu kılan yönetmelik değişikliğini yürürlüğe koydu.
Bu tür bilimsel araştırmaların, etik kurallara uygunluğunun denetlenmesi şüphesiz ki önemli!
Bunun yolu da etik kurullarda, sağlık mesleği dışından da üye bulundurulması mantıklı.
Ancak bunun “ilahiyatçı olmasının zorunlu tutulması” kolay anlaşılır bir durum değil.
“İlahiyatçı”, tanımı gereği bilimsel değil, uhrevi düşünür.
Bilimsel yöntemler “objektif”tir, ilahiyatçı ise tartışmayacağı inancı konusunda “sübjektif”.
İnsanlığın bilimsel gelişiminin tarihine bakarsak, bu tür konuların ilahiyatçılarla tartışılamayacağını kolaylıkla görebiliriz.
Eğer tarih boyunca yaşamımızı değiştiren buluşlar ve bilimsel çalışmalarla ilgili kararı Papa vermiş olsaydı, büyük olasılıkla hâlâ ortaçağı yaşıyor olacaktık.
Bilimsel düşüncenin gelişmesi ve buluşlar, kilisenin bu işlerden uzak tutulmasıyla mümkün olabildi.
Galile’nin bile kilise tarafından affedilmesinin çok yakın tarihlerde gerçekleştiğini unutmayalım.
Örneklerimi batıdan ve kiliseden verdim, bu İslâm âlimlerinin bilimsel düşünceye açık olmalarından değil. Onu zaten biliyoruz. İslâm dünyasının modern bilimin gelişmesindeki rolünün fakirliğini de! Acaba neden?
Bu yönetmelik, vakit geçirilmeden değiştirilmelidir ki bilimsel çalışmalar, dini taassubun kurbanı olmasın!
BDP’ye düşen görev de yok mu?
AHMET Türk’e yönelik saldırı, gerek siyasette olsun ve gerekse toplumda olsun nefretle karşılandı, kınandı. Sorumluların cezalandırılması için ortak bir duygu oluştu. Hükümet, bu tür konularda her zaman içine girdiği tereddüdü göstermedi, en azından Samsun’daki emniyet yöneticilerini cezalandırdı.
Bu saldırıyı toplumumuzda onaylayan vardıysa da onlar da seslerini çıkaramadılar.
Bu olumlu bir durum! Şiddet, şiddeti doğuruyor ve buna karşı çıkmak huzur içinde yaşamanın birinci kuralı.
Ancak ülkenin bazı yerlerinde de Ahmet Türk’e atılan yumruk bahane edilerek yapılan protesto gösterileri şiddete kadar varıyor.
Bunda PKK’nın provokatif hareketleri olduğunu yadsıyamayız. Elbette, güvenlik güçlerinin de bu tür olaylara müdahaledeki bazen aşırıya kaçan tutumları olayları büyütüyor ama asıl sorumluluk, bölge halkını temsil ettiği iddiasında olan partinindir.
BDP unutmamalı ki bu görüntüler, ülkenin önemli bölümünü rahatsız ediyor.
Bunun doğal sonucu, toplumun bir kesiminin giderek Ahmet Türk’e yapılan saldırılara benzer saldırılara sempati ile yaklaşması sonucunu doğurur ki bu hepimiz için felaket olur.
BDP, PKK provokasyonlarına son verilmesini sağlamalı, buna gücü yetmiyorsa da otobüsleri yakmak, sağa sola taş yağdırmak, protestoyu aşan eylemlere girişmek gibi hareketler karşısında güçlü bir karşı tutum sergilemelidir.