Pakistan yargıçları deyip geçmeyin!
HÂKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili’nin “Türk hâkim ve savcıları Pakistan’dakilerden daha duyarsız değil” sözleri üzerine düşündüklerimi dün yazmıştım.
Bugün kendi yargıç ve savcılarımıza haksızlık etmemek için bir Pakistan yüksek yargısı ile ilgili bir başka gerçeği hatırlatacağım.
Türkiye, bu olayı 15 Mayıs 2000 tarihinde Ertuğrul Özkök’ün yazısından öğrenmişti.
Pakistan Yüksek Mahkemesi, ülkedeki yolsuzluk olaylarının Pervez Müşerref tarafından yapılan askeri darbeyi ‘‘haklı kıldığını” açıklamıştı.
Mahkeme, ayrıca askeri yönetime üç yıl süre tanıyarak ülkedeki yolsuzluk olaylarını çözmesini ve ondan sonra da demokratik seçimlere gidilmesini kararlaştırıyordu.
Dünya, o tarihe kadar bir yüksek mahkemenin, verdiği kararla bir askeri darbeyi meşrulaştırdığına tanık olmamıştı, o günden sonra da olmadı.
İşin ilginç yönü o tarihteki Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı’nın bu haber nedeniyle Özkök’ü, Basın Konseyi’ne şikâyet etmiş olmasıydı.
Bir askeri darbeyi meşrulaştıran bir mahkeme kararının duyurulmasına aracılık ettiği için olsa gerek!
Basının bazı haberleri “gizlemesi gerektiğine” inanan dünyada başka “liberal demokrat” var mıydı, onu bilemiyoruz!
Siyasi sorumluluk kime aittir?
MEDENİ ülkelerde, olup biten her şeyin bir siyasi sorumlusu da vardır. Çünkü halk, o kişileri, işleri düzgün yönetsinler, istenmeyen şeylere meydan vermesinler diye seçer. Onlar da seçilirken zaten bunu vaat etmişlerdir: “Beni seçin, her şeyi iyi yöneteyim!”
Bu nedenle yolunda gitmeyen işlerin siyasi sorumluluğu da seçilmişlere aittir. Ve bunun gereklerini yapmakta çoğu kez tereddüt de etmezler.
Demokrasisi bizimkine göre çok genç olan Makedonya’daki Ohri Gölü’nde batan bir turist gemisi nedeniyle Ulaştırma ve İletişim Bakanı’nın istifa ettiğini hatırlayalım. Yüzlerce başka örnek de bulabiliriz.
Böyle durumlarda istifa gereklidir, çünkü oraya seçilmiş kişinin, işini tam olarak yapması beklenir.
Düzgün yapması gereken işlerden biri de göreve getireceği insanları doğru ve ehil olanlar içinden seçmesidir.
Ahmet Türk’e saldırı olayından sonra iki alt düzey polis yetkilisi görevden alındı. Neden olduğu belli: Yapmaları gerekeni zamanında ve doğru yapamadılar.
Onların işlerini doğru yapmalarından sorumlu olan amirleri kim? Vali ve Emniyet Müdürü!
Demek ki görevden alınması gerekenler arasında ilk sırayı onlara vermeliyiz.
Peki, onların bir ilin yönetimindeki en tepeye gelmesinden kim sorumlu: İçişleri Bakanı.
Demek ki İçişleri Bakanı, doğru bir karar vermemiş. Bir ili yönetmek için atadığı kişiler, basit bir güvenlik önlemini bile alamıyorlar.
Bu durumda İçişleri Bakanı’nın yaptığı işin siyasal sorumluluğunu üstlenip, istifa etmesi gerekir.
İstifa etmelidir ki o işi daha iyi yapabilecek birisi bakan olsun, önündeki örneğe bakarak daha doğru adamlar seçsin, işini daha sıkı tutsun!
Ama bizde böyle olmuyor. Çünkü bakanlar, kendilerini halka değil, “tek seçiciye” karşı sorumlu hissediyorlar.
Demokrasimiz, “tek seçici” parti liderinin aldığı kararları oylamaktan ibaret olduğu için de hiç biri istifa etmiyor.
Olaylara bizim gibi üzülüp, bizim gibi kınıyorlar, hepsi o kadar! Belki de isimlerinin önündeki “bakan” unvanı da buradan geliyor. Bakmakla yetiniyorlar!
AKP’linin ‘ilkeli siyaset’e bakışı!
YENİ Şafak’ta Fehmi Koru’nun dünkü yazısını, bu çevreye hâkim olan “siyasi etik” anlayışının bir belgesi olması için aynen aktarmak isterdim. Ama yerim dar. En ilginç bölümünü aktarayım:
“Siyaset, genel kabullerin aksine, her öznesine “ilkeli olma” hakkı tanımaz. Sonuçta siyaset toplu halde yapılan bir uğraştır ve Meclis’e kadar giden yol halktan yüklüce oy almayı gerektiren bir partiye mensubiyetten geçer. Parlamenter demokrasilerde, ister sevelim, ister yerinelim, “parti disiplini” diye bir uygulama vardır; milletvekillerinin temel konularda parti çizgisine uyması beklenir.”
“Neresini düzelteyim ki” deyişini hak eden bir bakış!
Ama şunu hatırlatmamız gerekiyor:
Parlamenter sistemin temeli elbette parti disiplinidir, bir tek şartı vardır: Parti içi demokrasi kanallarının açık olması gerekir. Partide ilerlemenin, görevler almanın demokratik yollar içinde her üye için mümkün olabilmesi, parti kararlarının ve politikalarının partinin içinde serbestçe tartışılabilmesi istenir. Demokratik süreçlerden geçmiş kararlara uyumda parti disiplini aranır.
Bizdeki “lider sultası” buna izin vermez. Bakın AKP’de de, CHP’de de, MHP’de de ilçe yönetimine girmek için bile liderin onayı gerekir. İl başkanlarını, belediye başkan adaylarını, milletvekili adaylarını lider seçer. Parti politikası dediğiniz ise, liderin o sabah kalktığında aklına ilk gelendir.
Bizim parlamenter sistemimizin bir türlü düzgün işlemiyor olmasının nedeni budur!
Ve siyasette “ilkeli olmak” her durumda aranması gereken bir şeydir.