Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir dakika ‘aynaya bakma’ molası!

MİNARE yapımını yasaklayan referandumdan sonra İsviçre’nin Basel kentindeki tarihi Elisabethen Kilisesi, çan kulesini sembolik olarak minare ilan etti.

Bununla ilgili plaketler kilisenin üç değişik yerine asıldı. Kilise papazı Feuz, kilisenin içinde bir Türk imamla birlikte Kuran ve İncil okuyarak dua etti. Gazetelerde bu haberin yayımlandığı gün, Türkiye’den, İsviçre’ye yapılmış “hoşgörü” çağrıları ile ilgili haberler de okudum.

Hoşgörü meselesini, çuvaldızın ucu batana kadar hatırlayamamış olmamız ne acı.

Benzeri bir durum Türkiye’de ya da herhangi bir Müslüman memleketinde yaşansaydı, herhangi bir minarenin kapısına “Burası aynı zamanda çan kulesidir” yazılabilir miydi? Hiç sanmıyorum. Böyle düşünmem için çok sebep var.


“Papa, geldiğinde Ayasofya’da dua ederse”
diye nasıl bir panik yaşandığını iyi hatırlıyorum çünkü. 


Rahip Santoro öldürüldüğünde, Trabzon’daki imamların cenazeye gittiklerini, canavarca hislerle öldürülen bir din adamının ardından camilerde
dualar okunduğunu da hatırlamıyorum
.

İslamcı gazetelerde cinayeti mazur göstermek istenirmişçesine Santoro’nun “misyonerliğine” yapılan özel vurguyu da hatırlayalım.


Hrant Dink
’in ölümünü protesto edenlerin “hepimiz Ermeniyiz” sloganının, toplumun bir kesiminde nasıl tepkiyle karşılandığını da unutmamış olmalısınız.

“Çan kulelerimiz minaredir” diyenleri alkışlarken, durup biraz da kendimize bakmamızda yarar var.

 

Yönetemeyen hükümet sorunu

TELEVİZYON haberlerinde izledim: Abdullah Öcalan’ın “yeni hücresi” ile ilgili olarak yapılan protesto gösterileri ile ilgili olarak DTP Milletvekili Emine Ayna’ya görüşünü sordular.


Gözlerinin içi gülerek ve yarım bir kahkaha atarak “Açılım filan bitmiştir” dediğini duydum
.

Belli ki DTP’nin bir kanadı en başından beri istediği şeye kavuşmuş!


Apo’nun hücresi filan bahane. O olmasaydı da benzer çatışma görüntüleri yaratmak için ellerinden geleni yapacaklardı, bu belli oluyor.

Olayların tam da DTP’nin ve PKK’nın istediği gibi şekillenmesinin en önemli nedeni, hükümetin ne olduğunu kendisinin bile tam olarak bilmediği bir “açılım” sözüyle ortaya çıkmasıydı.


“Kürt açılımı yapacağım, terörü bitireceğim” diye yola çıkmak yerine mesele geniş bir demokratikleşme ve temel insan hakları sorunu olarak ortaya konmalıydı.

Gelişmiş Batılı ülkelerde sorun böyle çözüldü. Geniş kitlelerin demokratik bir rejimde temel insan haklarına kavuşturulmaları, hem ayrılıkçı fikirlerin tabanının küçülmesini ve marjinalleşmesini sağlıyor, hem de ayrılıkçı terörün uluslararası destek bulmasını, sempatiyle karşılanmasını önlüyor.

Bu elbette gece yatıp, sabah kalkıldığında bitirilebilecek bir süreç değil.


Elde sabırla uygulanacak bir program ve demokrasiye olan sağlam bir inanca da ihtiyaç var.

Mesele de burada zaten: Öyle bir hükümet var ki ne elinde bir program var ne de demokrasiye gerçekten inanıyor.

Hükümet, artık bu süreci de yönetemiyor, başka birçok meselede olduğu gibi “idare-i maslahat” ediyor!


Çocuklara kıymayın!

PKK’nın son gösterilerde çocukları yine ön saflarda “taş atmaya” yollaması üzerine, “açılım” paketinin önemli adımlarından biri olarak lanse edilen “taş atan çocuklara verilecek cezaları indirmeyi hedefleyen” düzenlemenin askıya alınması gündeme gelmiş.

Bu da hükümetin rüzgârın önünde nasıl savrulduğunu gösteren bir başka örnek!

Önceki gün gösterilerde taş atarken yakalanan çocuklardan birinin, bir polisin yanında nasıl ağladığını televizyondan izledim.

Polis “Ağlama oğlum, sana çikolata alacağım” diyordu ama ne fayda! O bir çocuktu ve çocukça ağlamaya devam ediyordu.


Bu görüntü vicdan sahibi herkesi duygulandırmış olmalı.
Hadi PKK’nın şeflerinde vicdan olmadığını kabul ediyoruz, bu çocukların ana babaları da mı yok?

Yapılması gereken bu çocukları hapse atıp, terör örgütüne yeni militanlar olarak hazırlanmasına yol açmak değildir.


Böyle bir durumda yakalanan çocukların ana babalarından alınarak Çocuk Esirgeme Kurumu’nun gözetiminde yetiştirilmeleri gerekiyor.

Onlara eğitim olanağı vermek, düzgün bir yuvada şefkatle büyütüp, geleceğe hazırlamak, meslek sahibi olmalarını sağlamak şart.

Terör örgütü bu çocukların başına ne geleceğini, hapse atılacaklarını umursamıyor. O çocukları militan kaynağı olarak görüyor çünkü.


Devlete düşen görev bu oyunu bozmak olmalıdır.

Böyle olaylara karıştırılan çocukların, bu işi kendi iradeleri ile yapamayacaklarını unutmamak gerek.


Hükümet, terörle mücadele için ayıracağını söylediği kaynağın bir bölümünü, bu çocuklara sıcak bir yuva ve eğitim olanağı vermek için harcamalıdır.