Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Örtünün masumiyeti meselesi

TÜRKİYE-AB Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, Deniz Baykal’ın “çarşaf açılımının” kendisini şaşırttığını söylüyor.

Zaten Baykal da bunun bir tesadüf olduğunu, planlanmış bir durum olmadığını söyledi.

Bunu tahmin etmiştim zaten.

CHP, rüzgárın önünde savruluyor, günlük yaşıyor ve bu nedenle bir iktidar alternatifi yaratamıyor.

Lagendijk, “Çarşafın türban kadar masum olmadığını düşünüyorum” diyor.

Bir bakıma haklı, bir bakıma değil. Haklı değil, çünkü ikisi de aynı sonucu yaratıyor, kadının toplum içinde yer alabilmesini ancak örtünme ile mümkün kılan bir anlayışı temsil ediyorlar.

Bir bakıma da haklı, çünkü biri bu çağa ait, ötekisi değil.

Garip bir çelişki gibi görünüyor. Çağdışı bir anlayışa hizmet eden bir aksesuvar, aynı zamanda çağdaş olabiliyor.

Deniz Baykal’ın çelişkisi de buna benziyor.

“Geleneksel örtü” diye çağdışı olanı hoş görebiliyor, “siyasi simge” diyerek daha çağdaş olanını reddedebiliyor.

Siyasi duruşunu demokrat, eşitlikçi, solda ve insan haklarına saygılı olarak tanımlayan bir kişi ya da siyasi hareketin bunu “bir gerçeklik olarak” olduğu şekliyle kabul edebilmesi mümkün değil. Örtünün adı ne olursa olsun!

Herkesin istediği şekilde giyinme ve inanma hakkına sahip olmasını savunurken, toplumu bin yıl öncesinin değerlerine karşı da uyarmak, bununla mücadele etmek de ihmal edilmemesi gereken bir görevdir.

Evet, isteyen türban takabilir. Bu hakkı teslim etmek, türbanın gerisindeki çağdışı zihniyetle mücadele etmeye de engel olmamalıdır.

Kadın-erkek eşitsizliğinin altını en kaba şekilde çizen bu anlayışla mücadele etmek, çağdaş olmanın bir gereğidir!

Kimi önce öder kimi sonra!

TÜRKİYE, seçimlerde verdiği hatalı bir kararın bedelini bu krizde pahalı bir şekilde ödeyecek: İşsiz kalarak ve varlığını kaybederek!

Küresel finansal krizin ilk sonuçları ortaya çıkmaya başladığında dünya ekonomisine yön veren ülkeler, kendi vatandaşlarının bu krizden mümkün olduğunca az zararla çıkabilmesini sağlayacak ciddi önlemler aldılar.

Gazetelerin ekonomi sayfalarını okuyorsanız, son altı ayda bununla ilgili olarak açıklanan “önlem paketleri” ile ilgili bir haber yağmuru olduğunu hatırlarsınız.

Bütün bu süreçte bizim Başbakanımız ve ekonomiden sorumlu bakanlarımız “mezarlıktan geçerken ıslık çaldılar!”

“Teğet geçecek” dediler. “Taş gibi sağlamız” dediler. İnşallah ile maşallah ile bu sorunu aşabileceklerini zannettiler.

Sonunda duvara çarpıverdik.

Her geçen gün daha çok sayıda insanın işsiz kaldığını, yıllarca büyük çabalarla kurulmuş şirketlerin sallandığını görüyoruz.

Göbeğimizi kaşır, bedava dağıtılan kömürün, bulgurun tadını çıkarırken bir de bakacağız ki sokakta kalakalmışız.

Ve iş işten geçtikten sonra, ortalıkta bir “paket” lafı dolaşmaya başladı. Göreceksiniz ki derli toplu, soruna konulmuş doğru bir teşhisten kaynaklanan bir ekonomik program ya da moda deyimle “paket” açıklanmayacak.

Yamalı bir bohçaya benzeyen, zaten sınırlı kaynakları tüketip ülkeyi iyice sıkıntıya sokacak bir paket bulacağız kucağımızda.

Kimseye ağlamamamız gerekecek. Bilgiye değil, meydanda atılan güzel nutuklara ve din sömürüsüne oy vermenin cezası da bu olacak tabii.

Unutmayalım, her şeyin bir bedeli vardır. Kimi önce öder, kimi sonra. Ama mutlaka ödenir ve öyle görünüyor ki boş laflara kanmanın bedeli bu kez biraz pahalı olacak.

Terzi kendi söküğünü dikemiyor!

KENDİSİNE haham süsü veren Tuncay Güney’in, MİT’in “kayıtlı haber kaynağı olmadığını” öğrendiğimiz, dün gazetelerin manşetlerini süsleyen açıklamada bir cümle var:

“Haberde yer alan belge teşkilatımıza aittir!”

Taraf Gazetesi’nin yayımladığı “istihbarat fotoğraflarının” da daha mürekkebi kurumadı. Genelkurmay, fotoğrafların doğruluğunu kabul etmişti ama iddia edilen yerde çekilmediğini söylemişti.

Zaten eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’na ait olduğu iddia edilen günlükler de komutanın bilgisayarından elde edilmişti.

Gerçekten tuhaf bir durum!

Ülkenin güvenliğinden sorumlu kuruluşlar var ama kendi güvenliklerini sağlayamıyorlar!

Sonradan soruşturma açıyorlar, yapanı buluyorlar belki ama iş işten geçtikten sonra!

İnsan düşünmeden edemiyor: Acaba daha önemli gizli bilgiler gerçekten iyi korunabiliyor mu?

Bu olayların tekil olduğu, binlerce sayfalık gizli bilgiler içinde bir toz zerresi olduğunu ve sızmanın önemli olmadığını söylemek mümkün elbette.

Ama ya sızdırılan her şeyden haberdar olmuyorsak? Bunlar buzdağının sadece su üstünde kalan parçalarıysa?

Üzerinde durmamız gereken sorular bunlar!