Doğru bir örnek olmadı
HÂKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Kadir Özbek, AKP’nin Anayasa değişikliği paketini eleştirirken Pakistan’daki yargıçların askeri rejimin anayasasına karşı nasıl direndiklerini örnek gösterdi. “Türk hâkim ve savcıları, Pakistan yargıçlarından daha duyarsız değildir” dedi.
Bence talihsiz bir örnek oldu!
Türkiye’nin öteki kurumları gibi yargı kurumlarımız da askeri darbelere karşı böyle bir direniş gösteremediler.
“Emir komuta zinciri içinde” verilen kararları, işkence ile alınan ifadelere dayanan mahkûmiyetleri de unutmayalım.
Bugün yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının çiğnenemeyecek kurallara bağlanmasını istiyorsak, sebebi geçmişteki kötü hatıralarımızdır.
Türkiye’de yargı, ne yazık ki kanunların uygulanmasında da “özgürleştirici” yorumlara yüz vermedi.
Türk Ceza Kanunu’nun 141-142 ve 163. maddelerinin kaldırılmasından itibaren, her seferinde bir başka kanun maddesine dayanılarak düşünce üzerinde baskı kurulmaya çalışıldığını da hatırlayalım.
Kanunları, günün şartlarına göre özgürlüklerden yana yorumlayacak bir yargımız olsaydı, bugün birçok konuyu tartışmıyor olurduk.
Yargı mensuplarının zor koşullar altında, hak ettiklerinden daha az bir maaşla, çok ağır bir iş yükünün altında çalıştıkları gerçeğini hepimiz biliyoruz.
Ama sağlıklı bir özeleştirinin gerektiği de çok açık!
CHP önerisinin arkasında durmalı
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP’nin Anayasa değişikliği paketinin ikiye bölünmesini önerdiğinde, bunun son zamanlardaki en doğru tutum olduğunu yazmıştım.
Üzerinde kimsenin tartışmayacağı değişikliklerin referanduma gerek kalmaksızın kabul edilmesini sağlamak, TBMM’ye yakışacak tavırdı.
Tartışmalı üç madde için TBMM içinde uzlaşma yolları aramak ve uzlaşılamıyorsa da sonucu referandum ile halka bırakmak da doğru bir politikaydı.
Ancak CHP liderinin, bu üç madde ile görüşmeyi seçim sonrasına bırakma önerisi, politik olarak gerçekçi değil.
AKP’nin bunu kabul etmeyeceğini görmek için insanın politikada yıllarını geçirmesine gerek yok.
Ve bu gerçekçi olmayan öneri, AKP’nin paketin ikiye bölünmesinden yan çizmesi sonucunu da doğurabilir ki o zaman da CHP’nin bu son girişiminin Başbakan’ın söylediği gibi “Şark kurnazlığından” ibaret olduğu ortaya çıkar.
Son tartışmalar da ortaya koyuyor ki kimse 12 Eylül Anayasası’nın aynen devamından yana değil.
Daha özgürlükçü bir Anayasa için mücadele etmek, iktidarı bu yönde zorlamak muhalefetin görevidir, hele bir de kendisine “sosyal demokrat” unvanını uygun görüyorsa!
CHP attığı doğru adımın arkasında durmalı ve hükümeti tartışmalı üç madde için de uzlaşmaya zorlamalıdır. “Topu taca atmak”, artık işe yaramayacak bir politikadır.
İçi boş ‘açılımın’ doğal sonucu
BDP lideri Selahattin Demirtaş, Milliyet’te Devrim Sevimay ile yaptığı söyleşide şöyle diyor: “10 ayın sonunda Kürtler kendilerini daha fazla ‘öteki’, Türkler ise daha fazla ‘tehlikede’ hissetti. Artık iki tarafta da öfkeli gençlik var.”
BDP’lilerle aynı düşünceyi paylaştığım pek sık olmuyor ama bu kez Demirtaş’a hak veriyorum.
Hükümetin, 10 ay önce başlattığı, yeterince hazırlanılmamış, sonuçları düşünülmemiş “açılım” politikasının bugün bizi getirdiği nokta tam da burasıdır.
O günlerde, bu gerçeğe dikkat çekmeye çalıştığımızda “liberal arkadaşların” üzerimize nasıl hücum ettiklerini de hatırlayalım.
Başbakan başta olmak üzere bütün AKP ileri gelenlerinin ağzından en çok şunu duymuştuk: “Sonu nereye varırsa varsın, açılım sürecek!”
Açılımın içi dolmayınca, “sonunun nereye vardığını” da böylece görmüş bulunuyoruz.
İzmir’de DTP konvoyuna saldırı, Van’da CHP liderine saldırı, Samsun’da Ahmet Türk’e saldırı!
Yaratılan siyasi gerilimin sonucu bunlar.
Ve hükümet şimdi “açılım”ı bir kenara itti, gündemi Anayasa değişikliği üzerinden değiştirebileceğini zannediyor.
Evet, bu yolla belki gazetelerde yazılıp çizilenleri, televizyonlarda konuşulanları değiştirebilirsiniz ama boş ümitler yarattığınız ya da kızdırdığınız kitleleri tatmin edemezsiniz.
Türkiye, beceriksiz bir hükümet seçmiş olmanın bedelini böyle ödememeliydi.