HÜRRİYET

Bir ’dost telefonu’ yeterli olurdu

SUUDİ Arabistan’da, dükkán komşusu ile kavga ettikten sonra hapse atılan ve kavga ettiği komşusunun verdiği ifade nedeniyle idam gibi ağır bir ceza ile karşı karşıya bulunan Türk berberin öyküsünü gazetelerde okudum.

Türk berber, Allah’a küfür ettiği iddiasıyla 13 aydır tutuklu bulunuyor.

Kavgacı taraflardan birinin verdiği ifadeye ne kadar güvenilir bilemiyorum. Büyük olasılık kavgacının kendini yasalar karşısında daha güçlü kılmak için bunu uydurmuş olması. Yoksa Suudi Arabistan’da yaşadığının bilincinde olan bir insanın, ne kadar ve kime kızarsa kızsın böyle bir küfür edebileceğine ihtimal vermiyorum.

Şunu da sorabiliriz: Böyle bir küfür varsa da bunun cezası idam mı olmalı? Bunun cezasını vermek de herhalde kullara düşmemeli.

Öte yandan bir de Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtdışındaki bir vatandaşına sahip çıkması ile ilgili ciddi bir sorun olduğu da görülüyor.

Kral Abdullah, biliyorsunuz Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çok yakını. “Bir yaşlı dosta ayıp olmasın” diye önemli protokol kuralları bile çiğnendi, Cumhurbaşkanı, Kral’ın oteldeki odasına kadar gidip, dizinin dibinde fotoğraf bile çektirdi.

Otele giden Bush ve idamı bekleyen bir Amerikalı olsaydı, bugün bu konuyu tartışıyor olur muyduk?

Libya’daki Bulgar hemşireleri kurtarmak için Sarkozy bile devreye girmedi mi?

Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının, Cumhuriyetimizin yöneticilerinin nezdinde değeri bu kadar mı?

Yoksa aradaki dostluk, böyle bir şey talep etmeye yetmeyecek kadar sıradan bir şey mi?

Konu Suudi Arabistan Kralı’ndan açılmışken elbette sorulacak bir soru daha var.

Malum hediyeler meselesi: Kral’ın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine getirdiği hediyeler ne álemde? Hangi tarihte beyan edildi, nasıl bir işlem yapıldı?

Tok sinekler gitti, açları geldi!

HALKA ucuz portakal satmak için kurulan belediye şirketinin içini boşaltmakla suçlanan genel müdür, Mekke’deki Zemzem Tower’da bir tane devre mülk almış.

Hacca ve umreye gidildiğinde kullanılmak üzere!

Gazetedeki habere göre Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde başka üst düzey bürokratların da aynı yerde devre mülkleri varmış.

Olabilir, bunu yadırgamıyorum. Herkes birikimini nasıl isterse öyle değerlendirebilir.

Sorun daha çok birikimin nasıl sağlandığı ile ilgili ki portakalcı müdürün serveti ile ilgili ciddi kuşkular olduğu biliniyor.

İşte burası çok tuhaf! Helal kazanılmayan bir parayla alınan mülk yerinin seçimi!

Birçok okuyucu eminim ki “Bunda şaşılacak ne var” diyordur, “günahın bu kadar çok olursa, mümkün olduğunca bunu affettirmeye çalışmak normaldir!”

Elbette böyle kazanılmış bir parayla yapılan ibadetin geçerli olup olmayacağını değerlendirmek, biz kullara vazife değil.

Ancak bir gözlemimi aktaracağım: Dini siyasete alet ederek ülke yönetimine gelenlerin kişisel servetlerinde gözle görülür bir düzelme var.

Devlet ve belediye olanaklarından nemalanan bu kesimin durumu bana eski bir fıkrayı hatırlatıyor.

Ağacın altında yüzü gözü sinek içindeki adama çıkışmışlar: “Ne tembel adamsın, şu sinekleri bile kovmaya üşeniyorsun!”

Adam istifini bozmamış. “Bunlar tok sinek beyim” demiş, “kovarsam aç olanları gelir!”

Sanırım cennet vatanımızın durumu buna benziyor. Kanımızı emiyorlar diye sinekleri kovduk, bu kez aç olanlara yakalandık!

Açık sorulara, açık yanıtlar

İCLÁL Aydın, Vatan’daki köşesinde “aynı manolya ağacını beğendiğimiz ve meslekte daha eski olduğum için” bazı sorular sordu.

Kendisine kişisel bir yanıt da yazabilirdim ama madem sorular bir gazeteden soruldu, ben de buradan yanıtlayayım.

Aydın’ın sorularını tekrarlamayacağım, buna yerim yetmez. Şöyle özetleyebilirim: “Bazı okuyucular yazdığım şeyleri anlamakta güçlük çekiyorlar ya da anlamıyorlar. Bazı kıskanç meslektaşlar da yazar olamayacağımı bildiren imzasız mektuplar yolluyorlar.” Aydın bir de kısaca “toplumsal magandalık” dediğimiz şeylerden yakınıyor ki bu normal, hangimiz o tür insanlarla aynı ülkede yaşamaktan mutluyuz ki?

Okuyucularımızın yazdıklarımızı her zaman bizim gibi algılamalarını beklemek de doğru olmaz.

Algı, kişisel bir şeydir. Eğer bu çok tekrarlanan bir durumsa insanın kendisine bir göz atmasında yarar var. Çok tekrarlanan bir durum değilse de ciddiye almamak gerekir.

Kıskanç meslektaşları da öyle! Bazısının gıdası da budur zaten, bununla beslenirler.

Bir de küfürbaz okuyucular var tabii.

Bana daha çok aşırı dinci çevrelere mensup okuyucular böyle mektuplar yolluyorlar.

Onun da kolayı var. Gazetenin avukatına bu mektupları verip, o kişiyi savcılığa havale etmek.

Bizim adalet sistemimizde bu biraz uzunca bir süre beklemeyi gerektiriyor ama ben meyvelerini toplamaya başladım bile!

Aydın, bu tür durumlara alışıp, alışmadığımı da soruyor. Şunu söyleyebilirim: Alışmak iyi bir şey değil, insanı tembelliğe sevk eder. Ben alışmamayı tercih ediyorum, alışırsam onlar gibi olurum diye korktuğum için!