Teksas’taki ’küçük Türkiye’ çiftliği!
İKİ gündür oteller, havaalanları, tren istasyonları arasında dolaştığım için sizlerle sohbet etme olanağını bulamadım. Tembellik yaptığımdan değil.
Aslında internet icat olalı beri, dünyanın öbür ucundan bile bir yazı yazıp, gazeteye göndermek sorun olmuyor. Elbette internet olanaklarının kısıtlı olduğu bazı Ortadoğu diktatörlüklerini hesaba katmazsak!
Ama bunun bir de kötü tarafı var ki insan nerede olduğunun farkına tam varmıyor.
Bir yandan Türkiye’deki haberleri takip ediyor, diğer yandan da dünyanın değişik yerlerindeki insanların sorunlarının ve ilgilendikleri konunun bizimkinden ne kadar farklı olduğunu görüp şaşkınlığa düşüyorsunuz.
Teksas’ta bir çiftlikte yaşayan ve erkekler için poligaminin meşru olduğu bir tarikata yapılan baskınla ilgili haberleri ben yurtdışında izleyebildim.
İki gün yazı yazmak istemeyişimin bir nedeni de bu haberlerin bende yarattığı iç sıkıntısı oldu.
Gazetelerde bu tarikat ile ilgili bilgiler de veriliyordu.
Habere göre reşit olmayan kız çocukları kendilerinden yaşça çok büyük erkeklerle evlenmek zorunda kalıyorlarmış. Gazetenin muhabiri “16 yaşındaki kızların” evlendirildiğini dehşetle anlatıyor.
Bir başka ayrıntı kız çocuklarının eğitiminin olmaması. Çoğu soyadını bile bilmiyor, hemen hepsi okuma yazma öğrenmemiş, hayatları boyunca okul yüzü görmemişler.
Erkeklerin eşlerini dövmeleri ve bu yolla eğitmeleri de bir başka ayrıntı.
Kadınlar aynen ortaçağdaki gibi giyinip yaşıyorlar. Renkli elbise giymelerine bile izin verilmiyor. Elbiseler ayaklarını örtecek kadar uzun. Kolların ve boğaza kadar bütün vücudun örtülü olması isteniyormuş.
Sanıyorum, moralimin neden bozulduğunu anlamışsınızdır.
Teksas’ta dışarıya kapalı, büyükçe bir çiftlik arazisinde yaşananlar bir Batılının dehşetle irkilmesine yol açıyor ama bunların büyük bölümü bizim ülkemizin de gerçeği.
Ülkemizin Cumhurbaşkanı’nın eşi bile neredeyse kendi yaşının iki katı yaştaki erkekle evlendiğinde reşit değildi. Başbakan’ın gelini de öyle.
Okula gönderilmeyen kız çocukları olayı ise bizim için sıradan bir durum.
Kadınların belli kıyafet kurallarına uymaya zorlanmaları, dayak yemeleri de cabası.
Türkiye “Küçük Amerika” olamadı, ama “büyük bir Teksas çiftliği” olmayı çoktan başarmış görünüyor!
Kirli politikanın açık hava müzesi
DANIŞTAY, Kuşadası için yapılmış imar planını iptal etmiş. Gazetedeki arkadaşların bana ilettiği yazı işleri gündeminde bu haber şöyle anlatılıyordu: Kuşadası, imar plansız kaldı!
Haberi okurken kendi kendime söylendim: Kuşadası’nın bir imar planı varmış da demek ki benim haberim yokmuş!
Dün hesapladım, bu güzel Ege kasabasını ilk görüşümün üzerinden 42 yıl geçmiş.
Kenti çevreleyen şahane şeftali bahçelerini, uzanıp giden bembeyaz kumsallarını, çok özel karakteri olan eski evlerindeki sakin yaşamı çok iyi hatırlıyorum.
O tarihten beri, hemen her yaz Kuşadası’na gittim ve kentin açgözlülük, vurgunculuk batağında nasıl eriyip gittiğini yaşadım.
Önce şeftali bahçeleri kesildi, yerlerine “siteler” konduruldu, yetmedi siteler Davutlar’a kadar ulaştı. Eski evler, betonarme apartmanların arasında kayboldu. Siteler aslında Dilek Yarımadası’nı da yutardı ama akıllı bir ormancının orayı Milli Park ilan ettirmiş olması sayesinde o yerli yerinde duruyor. Tabii dengesiz ve plansızca büyüyen kentin yarattığı kirlilikten nasibini alıyor ama hiç olmazsa yerinde duruyor!
Ege’nin en güzel köşelerinden birini mahvettik.
Kuşadası, artık kirli politikanın ve küçük çıkarlar için hiçbir değeri dikkate almamanın gelecek kuşaklara aktarılacağı bir “açık hava müzesi”!
Özal ve Thatcher
LONDRA’da dolaşır, sokaklardan taşan refaha ve zenginliğe gıptayla bakarken de Londra’nın eski halini hatırladım.
Bir politikacının (Margaret Thatcher) bir ülkenin kaderinde ne kadar etkili olabileceğini gösteren muazzam bir örnek.
Dünyanın nereye doğru gittiğini zamanında kavrayıp, gerekenleri siyasi geleceği pahasına yapmaya çekinmeyen bir politikacı!
Birçok kişi Turgut Özal’ın yaptıkları ile Thatcher’in yaptıklarını kıyaslıyor ama bence en önemli fark, İngiliz olanın ülkesini ileriye doğru dönüştürmeyi başarmış olması.
Turgut Özal’ın da elinde böyle bir fırsat vardı. Ama bir yandan alaturka görgüsüzlükler, diğer yandan popülist politikalara kolayca kayma eğilimi bunun gerçekleşmesini önledi.
Demokrasimizi çok seviyoruz ama sanıyorum doğru insanları seçip, iş başına getirmek konusundaki yeteneğimiz sıfır!