Bir istihbarat örgütümüz var mı?
THE Wall Street Journal, önce Uludere olayında, “Amerikalıların insansız uçak ile ayrıntılı keşif yapılması teklifini Türkiye’nin reddettiği” iddiasını ortaya attı.Sonra yine aynı gazetede, “Suriye’nin Türk uçağını kendi hava sahasında vurduğu” iddiası yayınlandı.
Türk hükümetini zor durumda bırakacak her iki haberde de kaynak “kimliği açıklanmayan bir yetkili” idi. Gazeteciler “kimliği belirsiz yetkili” kavramını kuşkusuz ki kafalarından uydurdukları bir habere dayanak yapmadılar.
Amerikan Dışişleri’nden ya da Pentagon’dan birileri bu haberleri gazetecilere bilerek ve isteyerek sızdırdılar.
Türkiye bu iddiaları kesin bir dille reddediyor. Pozisyonundan emin olmasa yalanlamayı yine yapabilirdi ama bu kadar kesin bir tutum takınmaz, kendisine açık kapılar bırakacak açıklamalar ile yetinirdi diye düşünüyorum.
Demek ki Amerika’da birileri, bu iki olayı kullanarak Türk hükümetini zor durumda bırakmayı hedefliyor.
Bunun ABD’nin kendi içindeki çekişmelerden kaynaklanıyor olması büyük olasılık.
İki olağan şüpheli var: Bu planı yürürlüğe sokanlar ya Obama yönetimi ile Türk hükümetinin arasını açmayı hedefleyen bir grup. Ya da İsrail, ABD kurumları içindeki adamlarını kullanarak Erdoğan hükümetinden intikam almaya çalışıyor.
Ya da hiç akla gelmeyecek başka hesaplar söz konusu, birileri Amerika’da oturup gazeteler için sürekli haber üretiyor.
Devletlerin istihbarat örgütleri bu tür komploları etkisiz kılmak, açığa çıkarmak için vardır.
Bizde de böyle bir örgüt olup olmadığını bu vesileyle öğreneceğiz sanırım.
Kanunu biliyoruz da kayıtları bilmiyoruz
BAŞBAKAN Yardımcısı Bekir Bozdağ, Suudi Arabistan Kralı’nın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a getirdiği hediyeler ile ilgili olarak CHP ve MHP milletvekillerinin verdiği soru önergesini yanıtladı.
Bozdağ, “Kanuna göre kamu görevlileri, aldıkları tarihteki değeri, 10 aylık net asgari ücret toplamını aşan hediye veya hibe niteliğindeki eşyayı aldıkları tarihten itibaren 1 ay içinde kendi kurumlarına teslim etmek zorundadırlar” diyor.
Bozdağ’ın yanıtı şöyle: “3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesine göre, kamu görevlileri, milletlerarası protokol, mücadele veya nezaket kaideleri uyarınca veya diğer herhangi bir sebeple, yabancı devletlerden, milletlerarası kuruluşlardan, sair milletlerarası hukuk tüzel kişiliklerinden, Türk uyruğunda olmayan herhangi bir özel veya tüzel kişi veya kuruluştan; aldıkları tarihteki değeri on aylık net asgari ücret toplamını aşan hediye veya hibe niteliğindeki eşyayı aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde kendi kurumlarına teslim etmek zorundadırlar. Bu nedenle; ‘Taşınır Mal Yönetmeliği’ hükümleri doğrultusunda, çeşitli nedenlerle Sayın Başbakan’a verilen hediye veya ödüllerin kayıtları ile ilgili işlemler 3628 Sayılı Kanunun bu hükmü çerçevesinde kayıt altına alınmaktadır.”
Evet, bunu hepimiz biliyoruz. Ama sorduğumuz da zaten bu bildirimin yapılıp yapılmadığı, hediyelerin ilgililerin kurumlarına devredilip devredilmediği.
Bu kayıtlar açıklansa da herkes kafasındaki kuşkudan kurtulsa, makamların saygınlığı korunsa daha iyi olmaz mı?
Bir de Bozdağ’ın açıklaması Başbakan’la sınırlı, Cumhurbaşkanı yok…
Soru sorma hakkımız devam ediyor.
Kimse rahat uyumasın!
ŞİKE Davası da gösteriyor ki, Türkiye’de her an, herkes bir davanın sanığı olabilir ve ne savunma yaparsa yapsın mahkûm edilebilir.
Böyle bir iddianame ve çoğunluğu teknik takip ve dinleme ile elde edilmiş kanıtlarla insanlar mahkûm edilebiliyorsa, kimse evinde rahat uyumasın.
Şike yapıldı ya da teşvik primi verildiyse, bunun en önemli kanıtı birilerinin futbolculara ya da teknik direktörlere para vermiş olmasıdır.
Ve günümüz şartlarında en kolay işlerden biri de parayı takip etmektir. Çünkü para buharlaşmaz. Ya banka sisteminde kayda girer zaten oradan çıkmıştır, ya da harcanır. Bu olayda sanık olanların geliri belli! Bu gelirin dışındaki harcamaları, söz konusu paralar bu kadar büyükse takip edip, bulmak da zor değil.
Ama artık uzun süredir bizde deliller böyle toplanmıyor. Savcıların ve mahkemelerin telefon dinleme kayıtlarına itibar etmeleri, telefon konuşmalarında söylenen sözlerden başka anlamlar çıkarmaları, o sözlerin anlamları sanıklarca açıklandığı halde bunu dikkate almamaları, emniyet güçlerini de kolaycılığa sevk etti.
Artık kimsenin klasik polis yöntemleriyle bir suçu araştırdığı yok, telefonu fişe takmak “soruşturma ve mahkûmiyet” için yeterli.
Ceza yargılamasının önemli kuralı, şüphenin varlığı, beraat etmeye değil, mahkûm edilmeye yarıyor.
Şike yapıldığı iddia edilen maçları hepimiz izledik. O maçların nasıl kıran kırana oynandığını hatırlıyoruz. Bu maçlar ile ilgili hakem ve gözlemci raporları da böyle bir kuşkuyu belirtmiyor. Hatalı gol yemek, bir golü kaçırmak futbolun doğasında var ve şike yaptı diye mahkûm edilen Sivasspor kalecisinin o maçta kaç gol kurtardığını görmek için maçı tekrar izlemek de yeterli.
Ama böyle bir iddianameden bile mahkûmiyet kararı çıkabiliyor.
Şimdi gerekçeli kararı bekleyeceğiz. Bu konuya o vakit tekrar döneriz.