SABAH ve ATV’nin, yanındaki diğer basın kuruluşlarıyla birlikte kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla satılmasındaki tuhaflığa işaret eden kaç yazı yazdım hatırlamıyorum bile.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, batık bankalardan alacaklarını tahsile çalışırken iki önemli istisna oldu.
Birisi Bilgin Grubu gazete, televizyon ve dergilerinin satışı, diğeri ise Cine 5’in Erol Aksoy’a “işletsin de borçlarını ödesin” diye bırakılışı.
Sabah ve ATV’nin Turgay Ciner’e devrindeki tuhaflık da, malın satışından sonra Dinç Bilgin’in hálá borçlu kalmasıyla bile anlaşılabilirdi.
Dinç Bilgin, neden malının değerine satılmasını istemedi de borçlu kalmaya razı oldu?
Sadece bu sorunun yanıtı bile Bilgin Grubu yayın organlarının, Ciner’e devrinde bazı bilinmezlikler olduğunu gösteriyordu.
Nitekim geçen hafta ortaya çıkan belgeler gösteriyor ki, TMSF’ye karşı muvazaa yapılmış, mal kaçırılmış.
Sabah, ATV, Takvim, Fotomaç gazeteleri, birçok dergi ve radyonun şimdi açık artırma ile değerine satılacağını ve kamu alacağının tümünün tahsil edilebileceğini göreceğiz.
Hatta hiç kuşku yok ki üzerine Dinç Bilgin’e, yeniden mesleğine dönmesini sağlayacak kadar para bile kalabilir.
Merkez Grubu, geçen yıl halka açılma başvurusunda şirketlerinin değerinin 1 milyar 400 milyon dolar olduğunu açıklamıştı.
Bakalım, açık artırmada ne kadar bir değer ortaya çıkacak. Bu rakamın geçilmesi hiç sürpriz olmaz.
Öte yandan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yöneticilerini de kutlamak gerek.
Eğer geçen sene Sabah’ın tehdit ve şantaj yayınlarına boyun eğerek Merkez Yayın Grubu’nun halka açılmasına izin verselerdi, şimdi bir sürü küçük yatırımcı bir kez daha ellerindeki Sabah hisseleriyle ortada kalacaktı.
Dün bu haber sadece Sabah Gazetesi’nde yayınlanmadı. Bunu da ilginç bir not olarak belirteyim.
Motosikletleri neden cezalandırıyorsunuz?
MOTORLARI 250 cc’nin üzerinde olan motosikletlere getirilen yüzde 37’lik Özel Tüketim Vergisi’ndeki mantığı anlayabilmek gerçekten mümkün değil.
Hem büyük kentlerdeki trafik sıkışıklıklarının çözülmesi için çok fazla paraya ihtiyacınız olduğunu söyleyeceksiniz, hem de dünyanın büyük kentlerinde insanların yoğun trafiğe buldukları en basit çözümlerden birine ulaşılmasını daha pahalı hale getireceksiniz.
Bir yandan “küresel ısınma var, çevreye gaz salınımını azaltalım” diyeceksiniz, otomobillere göre daha çevreci olan motosikletleri satılamaz hale getireceksiniz.
“Enerji çok pahalı, kaynaklarımızı idareli kullanalım” diyeceksiniz, sonra otomobillere göre çok daha az yakıt tüketen motosikletlere görülmemiş vergiler koyacaksınız.
Merak ediyorum, hükümet, motosikletleri gerçekten “lüks ve tüketilmese de olur bir ürün” mü zannediyor?
Bu bize aslında günlük yaşantımızda çok rastladığımız ve asla çözemediğimiz çok önemli bir sorunumuzun kaynağını da işaret ediyor:
Türkiye’de devlet yönetimi, günlük gerçeklerden ve insanların hayatından son derece uzakta cereyan eden bir eylem!
Masalarında oturan bürokratlar ve onları yöneten politikacılar için her şey káğıtların üzerinde yazılı bazı rakamlardan ve bilgilerden ibaret.
Alınan bir kararın, toplumsal maliyetlerinin neler olabileceğiyle kimse ilgili değil.
Motosikletlere getirilen yüksek oranlı vergiler de bu alışkanlığın bir sonucu sadece.
İmam hatip yetiştirmeye benzemez!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Eskişehir’deki açılış törenlerinde yine hızını alamadı ve “her ilde bir üniversite olacak” dedi.
Erdoğan, YÖK’e de çattı ve “Bu üniversitelerde görev yapacak öğretim elemanlarını siz yetiştiremiyorsanız, söylersiniz, birileri çıkar yetiştirir” dedi.
Konuşmaya hákim olan sert üsluba bakarak Başbakan’ın neden iyi bir cumhurbaşkanı olamayacağını söyleyebilirsiniz.
Ama bence bundan da önemlisi, Başbakan’ın üniversite öğretim görevlisi yetiştirmenin güçlüklerinden haberdar olmaması!
Bir üniversitede öğretim görevlisi olacaksanız üniversiteyi bitirmeli, master ve doktora süreçlerinden geçmelisiniz.
Bu eğer “denize nazır, diploma hazır” bir yöntemle yapılmayacaksa, en basit hesapla yaklaşık bir on yılınızı alır.
Ki bu da iyi bir üniversite eğitimi verilebilmesi için yeterli değildir. Doktoralı öğretim görevlilerinin bilimsel çalışmalarını yapmaları neredeyse bütün yaşama yayılan bir süreçtir ki zaten bu süreç onları olgunlaştırıp yetkinleştirir.
Çünkü üniversiteler, sınıflarda sadece ders anlatılan kurumlar değildir.
Onların içinde bulundukları toplumların ve genel olarak insanlığın yararına bilim de üretmeleri gerekir.
Başbakan’ın ne olduğunu açıklamadığı pratik yöntemiyle ancak “yüksek liseler” kurulabilir ki o da kamunun ve çocukların olanak ve vakitlerini israftan başka bir işe yaramaz.
