Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Materazzi’lere karşı önlem gerekli

DÜNYA Kupası finalinde Zidane’ın kırmızı kartla oyun dışı kalmasına yol açan olay bugünlerde tüm dünya medyasının en gözde konusu.

Dün, Hürriyet’in internet sitesinde de öğlen saatlerine kadar en çok okunan haberler bu konuyla ilgiliydi.

Belli ki olay futbolun sınırlarının daha da ötesinde bir ilgi görüyor.

Materazzi, Zidane’ın çıldırmasına neden olan hareketini “Hakaret ettim” diye açıklıyor ve “Sahalarda hep duyduğumuz hakaretlerdendi” diye de ekliyor.

Bu durum bizim sahalarımız da dahil olmak üzere gerçekten çok yaygın.

Ve hakemler, eğer rakip oyuncuyu tahrik etmek için edilen küfrü duymadılarsa, cezalandırılan da küfür nedeniyle rakibe fiziki müdahalede bulunan “tahrik edilmiş oyuncu” oluyor.

Oyun sırasında hakem kararlarının “temyizi” mümkün olmadığı ve “hafifletici nedenler” hiçbir zaman dikkate alınmadığı için, kabak her seferinde Zidane gibilerin başına patlıyor.

Hem küfrü yiyor, hem sahadan atılıyor hem de bilmem kaç maç ceza alıyor.

Küfrü eden ise takımına büyük avantaj sağlıyor.

Bu Dünya Kupası’nda fark etmiş olacağınız gibi hakemlerin birbirleriyle konuşabilmeleri için bir sistem kurulmuştu. Bu düzen yakın bir gelecekte tüm dünyaya yayılacak.

Materazzi gibi küfürbazları yaptıkları hareketten caydıracak bir önlem olarak belki benzer mikrofonların futbolculara da takılması düşünülebilir.

Ya da sahanın her yerini dinleyebilecek yönlendirilmiş mikrofonların bir hakem masasına bağlanması gibi bir çözüm de olabilir.

Ancak şurası çok açık ki Materazzi-Zidane olayı, teknolojinin futbolun dürüstçe oynanması için daha çok kullanılacağı bir dönemi başlatacak.

Zaman’ın tirajı ne kadar gerçek?

AYŞE Arman’ın, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile yaptığı röportajı merakla okudum.

Ve doğrusunu isterseniz hayal kırıklığına uğradım.

Bunun nedeni Ekrem Dumanlı’nın, Ayşe’nin sorularına yeterli açıklıkla yanıt vermemiş olması.

Dumanlı, “Sizin tirajınızın gerçekten söylediğiniz tiraj olduğunu nereden anlayacağız?” şeklindeki soruyu şöyle yanıtlıyor:

“Çok kolay. Bilgiyi Yay-Sat veriyor. Bize ’iyi ama insanlar sizin gazeteyi üçer beşer alıyor, bu sayılmaz’ diyorlar. İyi ama bu suç mu?”

Elbette bu bir suç değil. Ama bu “gerçek tiraj” da değil!

Zaman Gazetesi’nin 3-9 Temmuz arasındaki bayi satışı 31 bin 60 adet. Zaman 496 bin de abonesi olduğunu söylüyor.

Türkiye’de gazete ve dergi tirajları ABC Türkiye isimli bir bağımsız bir kuruluş tarafından izleniyor. Dağıtım şirketlerinin verdikleri bilgilere değil, bu kuruluşun bağımsız denetleme şirketlerinin denetiminden geçmiş rakamlarına itibar etmek gerekiyor.

Ve ABC Türkiye, Zaman’ın abonelerini gerekli koşullara uymadığı için kabul etmiyor. Dumanlı, daha önce bana yaptığı ve bu köşeden yayınladığım açıklamasında abone düzenlerinin en kısa zamanda ABC Türkiye kriterlerine uygun hale getirileceğini söylemişti, demek ki “en kısa süre” hálá geçmemiş.

Kriterler belli: Toplu abonelikler, toplam tirajın yüzde beşini geçmeyecek, her abonenin adresi ve abonelik ücretinin isme kesilmiş faturası ibraz edilecek.

Bir de “cemaat gazetesi” sorunu var. Dumanlı bu iddiayı reddediyor. Aklıma şöyle bir soru geliyor: Bu bir cemaat gazetesi değilse neden satışının ancak onda biri bayilerde yapılabiliyor?

Dumanlı, aynı abone sisteminin diğer gazeteler tarafından da yapılabileceğini söylüyor. Bizlerin böyle bir cemaat örgütlenmesine sahip olmadığımızı unutuyor.

Bir gazeteci olarak, içinde çalışmıyor olsam da bir gazetenin çok satmasından sadece mutluluk duyarım.

Ama bu “çok satışın” gerçekten “çok satış” olmasını beklerim. Parası topluca birileri tarafından ödenmiş gazetelerin apartmanlara, dükkánlara bedava dağıtılıyor olmasını ne yazık ki “gazete satışı” sınıfına sokamıyorum.

Berlin değil İstanbul olsaydı

DÜNYA Kupası finali için gittiğim Berlin’de uçaktan inerken ve hava trafiği nedeniyle rötar yapan uçağı havaalanında beklerken şunu düşündüm: İstanbul’daki havaalanı Berlin’dekiler gibi olsaydı, acaba İstanbul’da bir Dünya Kupası finali oynanmasına izin verilir miydi?

Sorduğum sorunun yanıtını da kendim verdim: “Önce iyi bir havaalanı yapın, sonra Dünya Kupası’nı düzenleyin” derlerdi!

Anlayamadığım konu şu: İki Almanya’nın birleşmesinden sonra Federal Almanya hükümeti, Berlin’i geliştirmek için milyarlarca Euro harcadı.

Yeni yollar, binalar inşa edildi. Berlin’in tekrar savaş öncesindeki görkemli başkent görüntüsüne kavuşması için hiçbir fedakárlıktan kaçınılmadı ve bu harcamalar halen de devam ediyor.

Ama nedense kente doğru dürüst bir havaalanı yapmak kimsenin aklına gelmemiş.

Bizim TAV’a rica etselerdi, bir yıl içinde Berlin’e şahane bir havaalanı inşa ederlerdi, üstelik “yap-işlet-devret” sistemiyle bu iş için para harcamalarına bile gerek kalmazdı.