Biz mi İran’dan öğreneceğiz İran mı bizden?
TÜRKİYE ile İran arasında üst düzey kamu yöneticileri ve devlet memurlarının kamu yönetimi konusunda inceleme yapması amacıyla bir anlaşma imzalandığını Gazeteport’ta okudum.
Anlaşmaya göre Türk ve İranlı kamu görevlileri kamu yönetimi alanında inceleme yapmakla kalmayacak, eğitim de alacaklarmış.
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı ile İran Cumhurbaşkanı yardımcısı Dehkurdi tarafından imzalanan anlaşma TBMM’ye sunulmuş bulunuyor. Tasarının gerekçesinde İran’ın zengin bir yönetim kültürüne sahip olduğu belirtilerek, “İran’ın idari tecrübelerinin incelenip, iki ülke arasında kamu yönetimi ve kamu personel sisteminin geliştirilmesi ve desteklenmesi alanlarında işbirliği hedeflenmektedir. Her iki ülkenin idari yapısı ve kamu personel sisteminin yerinde incelenmesi imkânını tanımak, kamu personel sitemimizin daha etkin, gelişmelere açık ve hizmet odaklı olmasına katkıda bulunmak amaçlanmaktadır” deniliyor.
İlk bakışta normal ve yararlı bir anlaşma gibi görünüyor. İki devlet de neresinden baksanız bin yıllık kamu yönetimi tecrübesine sahip ve iki komşu olarak bu deneyimlerini paylaşmaları olumlu olabilir.
Ama “küçük” sayılmaması gereken bir fark var ki birinde laik bir düzen var, bir hukuk devleti olma iddiasında, diğeri ise dini kurallara göre yürütülüyor, dini hukuk geçerli.
Birinde kamunun eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi, yargıda hakkını alamadığını düşünene Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yolu açık, diğerinde mahkeme kararlarına itiraz dahi edilemiyor.
Birinde yargı bağımsız, diğerinde yargıçları dini lider belirliyor.
Neresinden baksanız iki ayrı dünya! Biri kanunlarını ve düzenini Avrupa Birliği’ne uydurmaya çalışıyor, öteki değiştirilemez ve tartışılamaz bir hukuki düzene sahip!
Böyle bir ikili anlaşmada kim kimin tecrübesinden yararlanabilecek, anlayamadım!
Her iki durumda da bir düzen değişikliği gerekecek çünkü. Ya İran bize benzeyecek, ya da biz İran’a! Dilerim ki İran bize benzemeyi tercih etsin.
Tepedeki ikilinin ‘özel kararı’!
CUMHURBAŞKANI’nın halk tarafından beş yıl görev yapmak üzere seçilmesini öngören Anayasa değişikliğini referandumla kabul ettik. Bu referandum yapıldığında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 7 yıl süre için TBMM tarafından seçilmişti.
Ve kimse şu anda halk tarafından seçilecek ilk Cumhurbaşkanı için ne zaman sandık başına gidileceğini bilmiyor.
Cumhurbaşkanı seçimi 2012’de mi yapılacak, 2014’te mi? Bir bilmece olarak önümüzde duruyor.
Normal olanı Cumhurbaşkanı’nın, Anayasa değişikliğini dikkate alarak seçim için 2012’yi işaret etmesi olmalı ama bunu yapmıyor.
TBMM deseniz bir kişinin işareti ile hareket eden bir kurum görünümünde, o kişi de henüz kendisi karar vermediği için her hangi bir işarette bulunmuyor.
Yavuz Donat, seçim sürecini yönetmek ile görevli olan Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ile görüşmüş. Başkan “günü geldiğinde gündemimize alır, değerlendiririz” diyor. Günün ne zaman geleceği ise belli değil. 2012’de yapılacaksa başka bir günün, 2014’te yapılacaksa başka bir günün “gelmesi” gerekiyor çünkü.
Yavuz Ağabey, Ankara kulislerinden iyi haber alır. Yazısına şöyle bir not da koymuş: “Kararı kim verecek? Hukuk mu yoksa siyaset mi? Galiba ne hukuk, ne de Meclis. Gül’ün görev süresi ‘tepedeki uzlaşmayla’ şekillenecek. Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ikili ve çok özel’ görüşmesiyle.”
Gördüğünüz gibi TBMM Anayasa değişikliği yaptı, halk gitti referandumda oyunu kullandı ama karar “tepedeki iki kişinin özel görüşmesinde” ortaya çıkacak!
Nasıl hukuk devleti ama?
Başbakan’ın ameliyatı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi günü “sindirim sisteminden” ameliyat olduğu açıklandı. Önce geçmiş olsun dileklerimi ileteyim.
Ama şunu belirtmeden geçmemek gerekiyor:
Başbakanların ve diğer önemli mevkilerdeki devlet yöneticilerinin sağlıkları bir ülke için önemlidir. Böyle durumlar ile karşılaşılması da insanlık hali.
Onun için devlet yöneticilerinin sağlıkları ile ilgili gelişmelerin halka zamanında ve aydınlatıcı bir şekilde açıklanması gerekir. Bu önemlidir çünkü böyle konularda fısıltı gazetesinin harekete geçmesini önleyecek tek şey şeffaflıktır.
“Sindirim sistemi” gibi çok genel bir açıklama yerine, hekimlerin kuşkulara yer bırakmayacak bir şekilde açıklama yapmaları daha doğru olurdu.
Bir çuvaldız da kendimize batırmak zorundayım: Memleketin Başbakanı, bir hastaneye yatıp ameliyat oluyor ama gazetecilerin bu olaydan haberdar olmaları, üç gün sonraki Başbakanlık açıklaması ile mümkün olabiliyor.
Bundan daha büyük bir haber atlama nasıl olur bilemiyorum.
Gazetelerin de bu olaydan çıkaracakları dersler olmalı.