Devlet yapamayınca çeteler devreye girer
İzmir’de tehdit, baskı, işyeri ele geçirme gibi suçlar işlediği iddia edilen bir çeteye yönelik baskınlarda 37 kişi gözaltına alındı.
Haberi gazetelerin birinci sayfasından okudunuz çünkü polis tarafından ifadeleri alınmak üzere gözaltına alınanlar kamuoyunun yakından tanıdığı isimler: Bir dizi oyuncusu, bir organizatör, bir şarkıcı.
Bu kişilerin polis nezaretinde götürüldüklerini gösteren fotoğraflar da yayımlandı. Ama savcılığa gönderilmeden poliste ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldılar.
Polisin bu kişileri böyle teşhir etmesi doğru mu? Bu ülkede şüpheli olarak ifadesi alınacak olanların bile bazı durumlarda doktor kontrolüne kendi araçlarıyla gitmelerine de izin veriliyor artık. Vatandaşların kişilik haklarına saygı göstermek, polisin birinci vazifesi olmalıdır.
Öte yandan bu kişilerin çetenin eline neden düştükleri meselesi de ilginç. Biri hakkında şantaj varmış, onun için yardım istemiş. Bir diğeri kiracısı ile sorunluymuş, onun için çetenin yardımını istemiş. Ötekisi tefecilerin elinden kurtulmak için çeteye başvurmuş.
Hukuk süreçleri normal işleyen bir ülkede pek rastlanmayacak bir durum. Normal bir ülkede bu kişiler polise ya da savcıya gidip dertlerini anlatırlar ve çözüm yolunu hukuk içinde ararlardı.
Ama bizde olmuyor, çünkü hukuki süreçlerimiz yeterince hızlı değil, vatandaşların haklarını koruma konusunda da etkin değil.
Bu türden organize suçlar ile mücadele, öncelikle bu sorunun çözümünden geçer. Sorunları normal hukuki yollardan hızla çözebilmek mümkün olduğunda kim gidip bir çeteden yardım almak ister ki?
Devletin, vatandaşlarının bu sorunlarını hızla çözemediği ülkelerde organize suç çetelerinin bu görevleri yüklenmesine daha çok rastlayacağız.
YSK’nın işi nedir?
CHP İstanbul Milletvekili Avukat Mahmut Tanal, “bilgi edinme yasası” çerçevesinde Yüksek Seçim Kurulu’na Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin ne zaman dolacağını sormuş.
Aldığı yanıtta şöyle deniliyor: “Talebiniz özel bir inceleme ve araştırma gerektiğinden şu anda yanıtlanamıyor.”
Yüksek Seçim Kurulu, Anayasamıza göre seçimlerin yönetilmesinden sorumlu. Seçim sürecini başlatmak, seçimin güven içinde gerçekleşmesini sağlamak onun görevi.
Dolayısıyla sözü edilen “özel inceleme ve araştırmayı” bugüne kadar zaten çoktan yapmış olması gereken bir kurum.
Böyle bir çalışma yapmadıysa, seçim sürecini ne zaman başlatacağına nasıl karar verebilir ki?
Bugün geçerli Anayasa, Cumhurbaşkanı’nın beşer yıllık en fazla iki dönem için halk tarafından seçileceğini emrediyor. YSK’nın vereceği bir tek karar var: Abdullah Gül, 7 sene için TBMM tarafından seçildiği için göreve devam edecek mi, yoksa o görevdeyken Anayasa değiştiği için görev süresi 5 yıla indi mi? Bu önemli konuyu bugüne kadar incelemediyse, ne zaman inceleyecek?
Aslına bakarsanız her şey Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kararına bağlı.
Başbakan, üzerine basa basa gelecek seçimlerde aday olmayacağını açıklamıştı. Hayalinde de halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmak yatıyor, bunu bilmek zor değil.
Ama sorun şu ki bugünkü Cumhurbaşkanı yetkileri onu kesmiyor.
Anayasa değişikliği sırasında bu sorunu çözerse ve bu değişiklik 2012 yılına yetişirse Abdullah Gül, gelecek yıl makama veda edecek demektir. Bu olmaz ise Cumhurbaşkanlığı seçimi 2014 yılında yapılacak.
Çünkü Başbakan, esasen kendisinden sonra AKP’yi kime emanet edebileceğinden de emin değil.
Ali Babacan mı olur, Ahmet Davutoğlu mu, yoksa Bülent Arınç mı?
Bütün “tek yetkili yöneticilerde olduğu gibi” Başbakan da kendisinden sonra işlerin eskisi gibi yürümeyeceğini düşünüyor olabilir. Bu kararını verene kadar da Cumhurbaşkanlığı meselesi ortada, tartışmaya açık halde bekleyecektir.
Biraz da gülelim!
İKİ türkücünün Ankara maceralarını gazetelerde okuduk. Seks, şiddet, fantezilerle dolu 32 kısım tekmili birden tabir edilecek bir gösteri!
Fehmi Koru’nun ikinci kişiliği Taha Kıvanç, her olayda olduğu gibi bunda da bir komplo kokusu almış! Bir gün otururken bir şey “kafasına dank etmiş” ve olayı çözümlemiş! Meğerse amaç o “yandaş kanalın” reytingini düşürmekmiş, “benzeş medya” bunu bilerek tezgâhlamış!
Çözümlemesini şöyle yazıyor:
“Türkücü ‘yandaş’ denilen bir kanalda program yapıyor; hem de bir yabancı ülke istihbarat örgütünün de hedefi olan bir kanalda. Daha ilk günden, sıradan bir olayı, ‘Muhafazakâr bir kanalda program yapan türkücü kadınlarla yakalandı’ diye verdi gazeteler ve diğer kanallar. İlk gün yalnızca onun üzerinde yoğunlaşıyorlardı, ikinci günden itibaren öteki türkücü de hedefe kondu.
Meğer bu olay olmasaymış, daha genç olan türkücü de aynı kanalda programa başlayacakmış.
‘Win-win’ durumu bir kez daha: Kanal sunucularına sahip çıksa ‘Muhafazakâr kanalın muhafazakârlığı bu kadarmış’ deyip seyircisini ürkütüp kaçıracaklar. Şimdi yapıldığı gibi programlar iptal edildiğindeyse. Programların eksikliği kanalın reytingini olumsuz etkileyecek.
Ne kadar akıllılar, görüyorsunuz.
TV programlarını kaybetmiş iki türkücü Ankara maceralarına bir ‘tezgâh’ gözüyle bakıyorlar mıdır? Baksınlar.”