ÖYLE görünüyor ki bu hafta da Kuzey Irak’taki askeri harekátın “ABD emriyle erken bitirilip bitirilmediğini” tartışacağız.
Tam bizlere göre, şahane bir konu bu! İstediğimiz kadar sündürebilir, kolayca taraftar bulabilecek kadar çok sayıda birbirinin tam tersi komplo teorileri de üretebiliriz.
Asıl konuyu tartışmak ve ona çözüm bulmak ya da önermekten daha kolay bir şey çünkü bu.
Asıl konu ise belli: Terör örgütü bu operasyondan sonra yeniden toparlanabilecek mi? O toparlanana kadar, bataklığı kurutmak için ne yapacağız? Terör örgütünün kendisine toplumsal bir taban bulmasını nasıl önleyeceğiz? Onu nasıl marjinal bir örgüt haline sokacağız?
Tartışmamız gereken budur.
Bunu tartışamıyoruz, çünkü ne yapılacağını, hangi somut adımların atılacağını ne hükümet biliyor ne de muhalefet. Biliyorlarsa da kendilerine saklıyorlar ve bu konuda da çok başarılılar!
Konuşan herkes aynı şeyleri söylüyor: Bölge ekonomisi güçlensin, işsizlik azalsın, Kürtlere toplumsal ve kültürel haklar verilsin, bölge halkının kendisini “itilmiş” hissetmemesini sağlayacak siyasi açılımlar yapılsın!
Söylerken kulağa da hoş geliyor tabii.
Peki, nasıl bir eylem planımız var? Bölge ekonomisi nasıl önlemler alınacak da düzelecek? Nasıl bir zaman gerekiyor? Kaynak nasıl yaratılacak?
Kültürel haklar derken, Kürtler ile Türkler aynı şeyi mi tarif ediyorlar? “Tamam, siz Kürtsünüz” demek, etnik kimliğin kabul edilmesi anlamına mı geliyor, yoksa daha başka şeyler de mi yapmak gerek?
“ABD emretti” diyenlerin de, “Hayır, zaten bitmişti” diyenlerin de, “İyi ki bitti” diyenlerin de kahvehane muhabbetini bırakıp, bu sorulara verdikleri yanıtları duymak istiyorum.
O dağlarda birçok genç insan şehit düştü, öldü, yaralanıp, sakat kaldı.
Hepsi bu ülkenin çocuklarıydı.
O listelere yenilerinin katılmaması için ne yapıyoruz?
Arap usulü Selçuklu mimarisi!
MİLLİ Eğitim Bakanlığı’nın okul binalarını Anadolu medeniyetlerinin mimari özelliklerini öne çıkararak yenileme projesi var.
Geçen gün bunlardan birinin fotoğrafını gördüm.
Okul Kartal’da ve iddiaya göre “Selçuklu Mimarisi” tarzında inşa ediliyor.
Çocukluğum Selçuklu mimarisinin güzel örneklerinin olduğu bir kentte geçti.
Gezmeye meraklı olduğum ve mesleğim de buna uygun olduğu için Anadolu’nun değişik kentlerinde yapılmış çok sayıdaki Selçuklu eserini de görme fırsatı bulabildim.
Şunu söylemeliyim ki bu okul gerçekten Selçuklu mimarisine uygun olarak yapılıyorsa, mesela Halep de eski bir Selçuklu kenti olmalı!
Çocuklarımızın çirkin ve sıradan okul binalarında okumak yerine, kendine özgü bir mimari çizgisi olan güzel binalarda eğitim görmelerinin yararlarını tartışmak bile yersiz.
Bir yandan tarih ve tarihi eserleri koruma bilinçlerinin, diğer yandan estetik zevklerinin gelişmesinde bunun çok önemli roller oynayacağı açık.
Madem Milli Eğitim Bakanlığı da böyle bir işe para harcayacak, o zaman bu işin daha ciddiyetle ele alınması gerekmez mi?
Ülkemizde son derece kaliteli eğitim veren mimarlık fakülteleri var. Oralarda değerli hocalar var. Yetişmiş çok sayıda iyi mimarımız var. Ve bu ortak aklı bir araya getirerek, mimari açıdan gerçekten değerli eserler yaratmak neden düşünülmüyor?
Kamu yöneticisi böyle davranmamalı
“KLEOPATRA’nın yüzdüğü havuz” olarak da bilinen Pamukkale’deki antik havuzun etrafındaki yapılar yıkılıyor.
DHA’nın haberine göre geçtiğimiz hafta ortasında yıkım çalışmalarında bulunan bir iş makinesi, termal suları travertenlere taşıyan kanallardan birini parçaladı.
İçinde tarihi eserler de bulunan antik havuza çamurlu sular doldu.
Denizli Valisi Hasan Canpolat, “Çalışma nedeniyle suyun bulanık akması normal” diye bir demeç de verdi.
Bu demeci okurken hiç şaşırmadığımı söylemeliyim.Çünkü bu tipik bir Türk kamu yöneticisi tavrını yansıtıyor.
Vali Bey, sanki antik kentlerin suyolları ve su kaynakları konusunda uzmanlığı varmış gibi “normaldir” diyebiliyor. Olay yerindeki uzman mimar tam tersi kanaatte oysa! O da bunun bir “facia” olduğunu söylüyor. Arkeolojik alanda iş makineleriyle kazı yapılmasının yanlışlığına dikkat çekiyor.
Dedim ya Vali’nin tutumuna şaşırmadım.
Eğer Vali şöyle deseydi şaşıracaktım: “Halkımızdan özür diliyoruz. Burada çalışma yürüten arkadaşlarımızın dikkatsizlik ya da bilgisizliklerinden böyle bir sorun yaşadık. Uzmanlarımız harekete geçti ve bu hatanın telafi edilmesi için çalışıyoruz.”
Vali Bey böyle konuşsaydı ne kendisi değerinden bir şey kaybederdi, ne de orada çalışan kamu görevlilerini küçültürdü.
Böyle konuşmadı çünkü Türk kamu yönetimi geleneği, kamu görevlilerini halka hesap vermesi gereken görevliler olarak tarif etmiyor.
Onlar her şeyin üstündeler ve suç işleseler bile amirlerinin koruması altındalar. Bu nedenle Vali’yi de suçlamıyorum elbette. O da bu geleneğin bir parçası ve kendi üstlerinden zaman içinde ne gördüyse, aynısını yapmaya devam ediyor.